Şark’ı En İyi Garp Bilir


Oryantalist resim örneği : Addison Thomas Millar'ın The Bazaar isimli resmi.

Dünyanın en eski medeniyetlerinin hüküm sürmüş olduğu kadim topraklar üzerinde büyük bir zulmün sergilendiği, çetin sınavlardan geçtiğimiz bu günlerde her zamankinden çok daha fazla sağduyuya ihtiyaç var. Barış çığlıkları hiç kimsenin kulağına ulaşamadan sönüp giderken yaşadığımız çağın ve toprakların kadersiz tanıkları olmaktan başka bir şey gelmiyor elimizden. Ortadoğu’dan Avrupa’ya doğru uzanan coğrafyamızda Tanzimat’tan beri batılılaşma peşinde koşarken ne kadar bilmezden gelmeye çalışsak da genlerimize işlenen o ilk bilinci unutmak mümkün değil: Doğulu olmak.
Asya ve Avrupa arasında binlerce yıldır süren tarihsel ilişki, Batı’nın 19. Yüzyıl başlarından itibaren Doğu kültür ve gelenekleri konusunda uzmanlaşma sağlamaya dönük bilimsel disiplin oluşturması, Doğu hakkındaki ideolojik varsayımlar, imgeler ve fantezilerin kesiştiği yer Batı ve Doğu’yu birbirinden ayıran çizgiyi netleştirmesidir. Coğrafi olarak belirginleşmemiş bu çizgi insan eliyle kalın bir hat olarak çizilmiştir.
Konuyu böyle açınca, Batı’nın Doğu’ya bakışı ve Doğu’yu tanımlaması, konumlandırması hakkında düşünen ve yazan Edward Said’i anmadan geçmek, Şarkiyatçılık isimli eserine değinmemek olmaz. Edward Wadie Said, 1935 yılında varlıklı bir Hıristiyan ailenin çocuğu olarak Kudüs’te dünyaya geldi. Aslen Filistinli olan Said, 1948 yılında ailesiyle göçmen olarak Mısır’a yerleşti ve İngilizce dışında başka bir dilin konuşulmasının yasak olduğu Anglosaksonların seçkin koloni okullarında eğitim aldı. Said, 1951’de Mısır’daki okuldan disiplin cezası alarak uzaklaştırılınca, Ortadoğu’nun giderek karıştığı bir dönemde, babası tarafından eğitimini sürdürmek üzere Amerika’ya gönderildi. Üniversite eğitimini Princeton ve Harvard’da tamamladı. Bu yıllarda tatillerini, ailesinin Mısır’dan ayrılarak yerleştiği Lübnan’da geçirdi. Edebiyat, müzik ve felsefe eğitimi aldı. 1963 yılında New York’ta Columbia Üniversitesi’nde ders vermeye başladı. Hayatının o döneminde, Arap ya da Filistinli olarak değil, herkesi daha rahatlatan bir terimle, Ortadoğulu olarak anıldı. Durumunun garipliğini hissetmekle birlikte bilinçli bir tepki oluşturmadığı, geleneklerinden kopuk olarak yaşadığını söylediği 1967 yılına kadar, politik bir eylemin içinde yer almadı. 1967 yılındaki Arap-İsrail Savaşı ile çakışan üniversitedeki politik hareketlilik ve Vietnam Savaşı, değişikliklerin başlangıcı oldu ve Said ‘Filistin milliyetçiliği’ hareketine katıldı. Yahudi karşıtı olduğu gerekçesiyle ABD’de eleştiri aldı. 1972 yılında Beyrut’ta Arap edebiyatı konusunda çalıştı. Böylece, hem Arap hem de ABD’li olarak, hem birlikte hem de karşıt olarak düşünüp yazmaya başladı. 70’lerin sonlarında Enver Sedat ve Yaser Arafat tarafından barış görüşmelerine Filistin temsilcisi olarak atandı. Sürgünde Filistin Parlamentosu’nda 14 yıl görev yaptı. 1980’lerin sonunda FKÖ lideri Yaser Arafat’la görüş ayrılığına düşerek barış görüşmelerinde görev almayı reddettiğinde, barış karşıtı olmakla suçlandı. 1985’de İsrail Savunma Gücü tarafından ‘Nazi’ olmakla suçlanan Said, çeşitli tehditler aldı. 2000 yılında Lübnan sınırında bir İsrail karakoluna taş atarak tartışmalara yol açtı, öğretim görevlisi olarak çalıştığı Columbia Üniversitesi, profesörü söz konusu eylemin yasaları çiğnemediği gerekçesiyle korudu. İngilizce ve Arapça dışında Fransızca da bilen Said, Londra’da yayınlanan The Guardian, Fransa’da yayınlanan Le Monde Diplomatique ve Arapça yayınlanan günlük El-Hayat gazetelerine düzenli olarak yazılar yazdı. 1978 yılında yayınlanan ve otuzdan fazla dile çevrilen kitabı Orientalism (Şarkiyatçılık), üzerinde çok konuşulan ve tartışılan bir eser oldu. 25 Eylül 2003’te New York’ta yaşamını yitirdi. New York’taki Dış İlişkiler Konseyi, Amerikan Sanatlar Akademisi, PEN yönetim kurulu üyeliklerinde bulundu. 1976’da Harvard Üniversitesi Bowdoin Ödülü’nü, 1994’te de Lionel Trilling Ödülü’nü aldı.
Edward Said, Doğu ve Batı arasında geçen çocukluğunu anlatırken şöyle der:
 “…çocukluk yıllarım boyunca rahatsızlık verici ölçüde kuraldışı bir öğrenciydim: Mısır’da okula giden, İngiliz önadlı, Amerikan pasaportlu ve kesin hiçbir kimliği olmayan bir Filistinli, daha da beteri, anadilim olan Arapça ile okul dilim olan İngilizce ayrılmaz biçimde iç içe girmişti: Hangisinin ilk dilim olduğunu hiçbir zaman bilemedim ve her ikisinde de rüya görmeme rağmen ikisinde de kendimi tam anlamıyla evimde hissedemedim.”
 “Önce Arapçayı mı yoksa İngilizceyi mi konuştuğumu, dahası bu dillerden hangisinin kuşku götürmeyecek şekilde benim olduğunu hiçbir zaman bilemedim. Bildiğim tek şey, her ikisinin de oldum olası hayatımda olduğu, birinin kimileyin alaycı kimileyinse hasretli bir edayla ötekinde kendini sezdirdiği, çoğunlukla her birinin diğerini düzelttiği, diğeri üzerine akıl yürüttüğü.”
Said, birbirine karışmış siyasi, edebi, akademisyen ve aktivist kimlikleriyle dünya üzerinde derin iz bırakmış bir entelektüeldi. İlk olarak 1978 de yayımladığı ve Türkçeye Şarkiyatçılık adıyla çevrilen Orientalism isimli eserinde, oryantalizmin, Avrupa’ya özgü bir düşünce ve keşif olduğunu belirtir. Egzotik maceraların, olağanüstü deneyimlerin mekânı olan Doğu, sadece Avrupa’nın gizemli komşusu değil aynı zamanda en büyük ve en zengin sömürge toprakları, uygarlık kaynağı, kültürel rakibi ve ezelden beri “öteki” imgesidir. Bu açıdan Doğulu kimliği ile Batılı kimliği birbiriyle mücadele ederken bir yandan da birbirini tamamlar.
“…bir İngiliz çocuğu gibi düşünmek ve inanmak üzere yetiştirildiysem de, aynı zamanda, üstleri tarafından bulunduğu konumu, yani İngiliz olmaya özenmeyecek şekilde eğitilen bir yabancı, Avrupalı olmayan bir öteki olduğumu bilecek şekilde de yetiştirilmiştim. Bizi onlardan ayıran hat dilsel, kültürel, ırksal ve etnik bir hattı. Anglikan Kilisesi içinde doğmuş, vaftiz edilmiş ve cemaate kabul edilmiş olmam işimi kolaylaştırmadı; ‘Hıristiyan Askerleri İleri’ ve ‘Grönland’ın Buzlu Dağlarından’ gibi kavga ilahileri söylenirken bana aynı zamanda hem saldırgan hem de saldırılan rolünü oynamak düşüyordu. Aynı zamanda hem ‘pis Arap’ hem de Anglikan olmak sürekli bir iç savaş içinde olmak demekti.”
Edward Said, kitabının “Şarkiyatçılığın Etkinlik Alanı” adını verdiği ilk bölümünde; siyasi ve kültürel alanda oryantalizmin ne simgelediğini, Avrupalı gözünde şarklının nasıl tarif edildiğini ve dışsallaştırıldığını göstermeye çalışır.  İkinci bölümde ise, 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlayan yeni bir yapılanmayı, oryantalizmin kurumlarıyla dünden bugüne gelişimini inceler. İncelemesinde siyasi metinleri, meclis tutanaklarını, akademik yazıları kullandığı gibi edebi metinleri de kullanır.
Doğu hakkında düşünen ve yazan şairler, yazarlar, felsefeciler, akademisyenler için Doğu ve Batı arasındaki temel farklar başlangıç noktası olmuş ve oryantalizm bu noktadan hareketle oluşmuştur. Said’e göre, Avrupa’nın zihninde yaratılan “Şarklı”, varlığı keşfedildiği için değil de, onun adına konuşan, sözcülüğünü üstlenen Avrupalının dili ve gözüyle Şarklı kılınmıştır. Ayrıca oryantalizm, Doğuya ait gizemli bir fikir değil, tarihsel geçmişi olan önemli yatırımlara kaynak sağlayan hem kuramsal hem de uygulamalı bir bütündür.
Batılı siyasetçi için, yönettiği insan kaynağı olarak Doğulu, Avrupalıdan farklıdır ve batının iyileştirici/düzeltici müdahalesine ihtiyaç duyar. Dolayısıyla oryantalizm de, doğuya özgü sistem ve kurallar disipline sokulsun, yönetilsin diye ortaya konmuş bir bilgiyle oluşturulmuştur. Zaman içinde kalıcı hale gelen bu düşünce, insanları da etkilemiştir. Sadece Avrupalıyı değil Doğuluyu da etkileyerek kendi hakkındaki düşünme biçimlerine sınırlar koymasına neden olmuştur. Siyasal gerçekliğin ortaya koyduğu bir olgu olan oryantalizm, Batı ve Doğu arasındaki ayrımı keskinleştirdikçe her iki toplum kendi kabuğunda ve birbirinin karşısında yaşamaya başlamıştır.
Doğuyu anlatmaya ya da yazmaya soyunan her Avrupalı/Amerikalı yazarın, yaşadığı koşullarla olan ilişkisi dolayısıyla kendini öncelikle Doğulunun karşısında bir Batılı olarak konumlandırması tarihten gelen bir tavırdır. Oryantalizmin temel koşulu dışsallaştırmadır; ister kültürel, ister akademik, ister siyasi alanda Şark’ı anlatan Batılı, onu yine Batı için ve Batı’ya, anlaşılır biçimde ifade etmek gayretindedir. Bu noktada Doğu’nun ve Doğulunun yazarın sözlerine kaynaklık etmesinden başka bir rolü ve anlamı yoktur. Doğu, Batı’nın yarattığı oryantalizme kaynaklık eden ama tümüyle onun dışında kalan bir alandır, gerçek Doğu yazarın yarattığı imgenin dışındadır.
“İnsan gerçekliği, aslında gerçekten de bölünmüş gibi göründüğü için, açıkça farklı kültürlere, tarihlere, geleneklere, toplumlara hatta ırklara bölünebilir mi, bu bölünmenin sonuçlarına insanca göğüs gerilebilir mi? Sonuçlara insanca göğüs germekten kastım, bu bölünmeyle –diyelim, insanları “biz” (batılılar) ile “onlar” (şarklılar) bölmekle- açığa vurulan düşmanlıktan kaçınmanın herhangi bir yolu olup olmadığını sormak… Kısacası, yabancıyı ele almaya yarayan bir düşünce biçimi olarak Şarkiyatçılık, modern tarihinin başından bugüne, “Doğu” ile “Batı” gibi katı ayırımları temel alan her bilginin ortaya koyduğu pek acınası bir eğilimin tipik bir örneğini sergiler: Düşünceyi bir Batı ya da Doğu mecrasına sokar.”

Edward Said’in çığır açan kitabını ve görüşlerini benimseyenler kadar benimsemeyenler hatta eksik ve yanlı bulanlar da var. Oryantalist düşünce biçiminin kaynağı ve gelişimi konusunda en önemli eserlerden biri olmasının yanında Batı’nın Doğu’ya bakışının kültürel etkilerini ve yansımalarını da okuyabileceğiniz bir kitap. Flaubert, Nerval, Renan gibi yazarların eserlerinden verdiği örneklerle yazarın okurda yarattığı “tipik Şarklı” imgesiyle Batı’nın Doğu karşısındaki güçlü konumunu, üstten bakışını, söylemini ortaya koyuyor. Oryantalizm dendiğinde akla gelen ilk isimlerden biri olan bu büyük eser hakkında sarf ettiğimiz birkaç cümleden sonra sözü yine Said’e bırakalım:
“Şarkiyatçılığın kusurunun, hem düşünsel hem de insani bir kusur olduğu kanısındayım; çünkü Şarkiyatçılık, önce dünyanın bir bölgesini kendine yabancı saymış, sonra ona dair değişmez bir yargı kurmuş, böylece insan deneyimiyle özdeşleşememe, dahası bunun insan deneyimi olduğunu görememe kusurunu işlemiştir. Eğer yirminci yüzyılda yeryüzündeki halkların pek çoğunun yaşadığı genel siyasi ve tarihi bilinç yükselişinden gereğince yararlanabilirsek, Şarkiyatçılığın dünya çapındaki hâkimiyeti ve temsil ettiği her şey karşı çıkılabilir hale gelecektir... 'Şark' bir yana bırakılmalıdır, Şarkiyatçılığın bize sunduğu bütün o ırksal, ideolojik, emperyalist klişelerle birlikte. Böylece insan topluluğunu ilerletmeye yönelik genel girişimi, ırksal, etnik ya da ulusal farklılaşmalardan daha önemli sayan araştırmacılar, eleştirmenler, aydınlar ve insanlar çıkacaktır ortaya.
Şarkiyat bilgisinin bugün bir anlamı varsa eğer, o da Şarkiyatçılığın, herhangi bir bilgide, herhangi bir yerde, her an ortaya çıkması mümkün bir zaaf konusunda uyarıcı bir örnek oluşturmasıdır. Okuruma Şarkiyatçılığa verilecek yanıtın Garbiyatçılık olmadığını göstermiş olduğumu umuyorum."


Yararlanılan Kaynaklar
- Şarkiyatçılık, Edward Said /Metis Yayınları
- Yersiz Yurtsuz, Edward Said /Metis Yayınları
- Kış Ruhu, Edward Said /Metis Yayınları
- http://arsiv.ntv.com.tr/news/235915.asp

**Bu yazı Gamlı Baykuş Dergisi 3.sayısında yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Güneş, Kum, Deniz ve Kitap

Cenk Hikayeleri - Murathan Mungan

Hangi Şehir Hangi Hikaye