Siz de Suçlusunuz!


Dün sosyal medya çalkalandı. Bir televizyon kanalında yayınlanan aşçılık yarışmasından kovulan yarışmacının papağana yaptığı işkence görüntüleri ortalığı ayağa kaldırdı. Televizyonun ve programın yöneticileri arka arkaya "eski yarışmacıyı" lanetlediler, onun ruh durumunu bilmediklerini, olayla kesinlikle bir ilgileri olmadığını açıkladılar. Yetmedi, diğer kanallardan da destek geldi; bir aklama çabasıdır aldı yürüdü. Bu kadar kolayca sıyrılabilir misiniz bu işten? "Zaten biz onu kovmuştuk; onun böyle hastalıklı bir kişiliği olduğunu bilmiyorduk," cümleleri aklanmanız için yeterli mi? Kimse sormasın mı size bu işteki hissenizin ağırlığını, kimse göstermesin mi sizi... Yok, bazıları yazacaklarımı üstüne alınıp kırılsa da yazacağım. Çünkü anlatmak isteyip de anlatamadığım, düşüncemi istediğim gibi ifade edemediğim durum bu işte... Olay korkunç ama örnekleme açısından konuşulabilir.
Yazacaklarım yalnızca ülkemin insanları için değil, tüm toplumlarda geçerli ne yazık ki. Hatta çoğunlukla bizim diğer toplumlardan öğrendiğimiz bir iletişim biçimi.

Televizyon ve internet kitle iletişim araçlarının en yaygın olanları. Çocuklarımıza bu araçları doğru kullanmanın gerekliliğini öğretmek için okullarda "Medya Okur Yazarlığı" dersi var. Kaç kanal yöneticisinin ya da program yapımcısının bu dersten haberi var, emin değilim. Bu derste çocuklar kitle iletişiminin ne kadar önemli olduğu ve nasıl kullanılması gerektiğini, kötü kullanımının nasıl zararları olacağını öğreniyorlar. Bu dersi de pek seviyorlar çünkü çalışmaları gereken bir ders değil; hayatlarının tam da ortasında yer alan iki araçla ilgili biraz muhakeme yapmaları bu dersten yüksek notlar almaları için yeterli :) Bu dersi keyifle izleyip, yüksek yüksek notlar alıp sonra eve geliyorlar ve televizyonu ya da interneti açıyorlar. Ne izliyorlar biliyor musunuz? Biliyorsunuz. Survivor, Aşçılık Yarışması, Evlilik Programı... Neden? Çünkü bu programlarda her an olay çıkarabilecek, saç saça baş başa kavgaya tutuşabilecek biri ya da birileri var. Onun yaratacağı gündemi kaçırmak istemiyorlar. Çünkü muhabbet onun etrafında dönüyor. Peki ebeveynler ne yapıyor? Onlar da çocuklarıyla birlikte izliyor, çünkü muhabbet onun etrafında dönüyor.
Üstelik sadece televizyon yayınları da yetmiyor. Ekrandan gösterilemeyen sahneler internet kanallarındaki videolarla izleyiciye ulaştırılıyor ki algı, bilinç başka yere kaymasın, bağımlılık artsın, izlenme rekorları kırılsın.

Eğer tecavüz edilerek öldürülmüş bir genç kızın ardından attığı mesaja rağmen o insanı programınıza davet ediyorsanız,
Geçmişinde kadına ve çocuğa şiddet olan insanları evlilik programlarına çıkarıp bir de yakışıklı ya da güzel bulduğunuzu söylüyorsanız,
Recep İvedik gibi filmleri izlenme oranı en yüksek saatlerde kanalınızda yayımlıyorsanız,
Yaptığınız programlarda ekrana çıkardığınız insanları "ne kadar kavgacı, o kadar izlenir" mantığıyla seçiyorsanız,
Spor tartışma programlarında bile futbolun en çirkin hallerinden başka şey konuşulmamasına, konuşulan dilin hakaret dolu olmasına izin veriyorsanız,
Bir futbol takımının başarısının ya da başarısızlığının büyüye, efsuna falan bağlanmasını -izlenme oranı artacak bu akşam, diye- ellerinizi ovuştura ovuştura izliyorsanız,
Ve burada yazarken aklıma gelmeyen ya da bilmemin mümkün olmadığı pek çok yapılmaması gerektiğini bildiğiniz halde göz yumduğunuz şey varsa,

Ne kadar kendinizi aklamaya ya da aklatmaya çalışırsanız çalışın siz de suçlusunuz...

Peki izleyenin hiç mi suçu yok? Olmaz mı? Kavga izlemeye, dedikodu yapmaya bayılır insanlar. İşte şimdi ekranlar o çok sevdikleri şeyi önlerine koyuyor. Alan razı, satan razı... Razı olmayın; izlemeyin, çocuklarınıza izlettirmeyin. Bu programlardaki hasta ruhlu insanları izledikçe onların egolarını, programcıların ceplerini şişiriyorsunuz. Ve bir gün bakıyorsunuz ki o kişi bir hayvana eziyet etmiş, bir kadına ya da çocuğa şiddet uygulamış, bir kavgaya karışıp insan öldürmüş... Çünkü onu izleyerek onayladınız, onun bu halini sevdiğinizi hissettirdiniz, sosyal medyada onun hakkında konuşarak "tanınmış kişi" olmasını sağladınız... O da istediğini yapabileceğini düşündü işte, yaptığı her şeyin onaylanacağını düşündü, eğer ekrana çıkamıyorsa çıkmanın bir yolunu bulmak için elinden geleni ardına koymadı. Bahaneniz yok, siz de suçlusunuz!

Ben mi? Uzun zamandır dizi bile izlemiyorum. Hatta arkadaşlarım dizilerden falan konuşurken kendimi pek dışlanmış da hissediyorum. Bu sebeple annem de dahil olmak üzere "kendimi fazla kastığım" konusunda uyarılıyorum. Oysa gerçekten izlemek istemiyorum, izledikçe kendimi aşağılanmış hissediyorum. Oğlumu da elimden geldiğince uzak tutmaya çalışıyorum, yasaklayarak değil ona nedenlerini açıklayarak kendini bu çukurdan kurtarması gerektiğini anlatmaya çabalıyorum. Önceleri itiraz ediyordu ama alıştı artık. Hatta okulda konuşuldukça eve gelip eleştirel yorumlarda bulunuyor. Ama bir de bakıyorum genç bir basketbolcu olarak takip ettiği NBA oyuncularının kavgalarını anlatıyor.
Her yerdeler... Günlük gazetelerin ana sayfalarında, haber sitelerinin bildirimlerinde karşıma çıkıyor haber olarak. İçerisine girmesem de başlıkları ya da yorumları gözümün içine sokuluyor. Ya da biri gelip "ne olmuş biliyor musun?" diye soruyor. Bilmiyorum ama ben de suçluyum hisseme düştüğünce... Çünkü dönüşen, nezaketini ve saygısını yitiren, kendinden farklı yaradılışta ve düşüncede olanlara hayat hakkı tanımayan, en büyüğünden en küçüğüne kadar kendini ancak tehditkar tavırlarla ortaya koyabilen bu toplumun bir ferdiyim.

Sonuç olarak insan kendi zulmünü izlemeyi hep sevdi ve sevmeye devam ediyor...



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Güneş, Kum, Deniz ve Kitap

Cenk Hikayeleri - Murathan Mungan

Aldatan Kadınlar ve Yazan Erkekler