Bir Fasit Daire ya da Islak Oğlan Hikâyesi

En son çıkan öyküler toplamı Metal Hayatlar ile son günlerde sıkça adını andığımız Berna Durmaz'ın benim için en sevgili kitabı Bir Fasit Daire. Tüm öykülerini severek okumama rağmen bu kitaptaki öyküler, dil, bütünlük ve metnin içine gizlenen çingene mitolojisiyle beni büyülüyor.

Kökeni Mısır'a ve Ön Asya'ya dayanan, altı bin yıllık bir geleneği olan Kakava Şenlikleri her yıl 6 Mayıs'ı izleyen üç gün boyunca tekrarlanan törenlerle canlandırılır.
Söylencenin iki biçimi var:
Eski Mısır'da Tanrı-Kral Firavun döneminde zulme uğrayan Kopt halkı Musa'dan aldıkları cesaretle Mısır'dan kaçar. Ancak grubun gerisinde kaldıklarını fark etmezler. Kızıldeniz Hz.Musa ile beraberindekiler karşıya geçtikten sonra kapanınca Kopt halkı da liderleri Baba Fingo ile sulara gömülür.
ya da...
Musa'nın peşine düşen Firavun ordusunun içinde zulüm gören Koptlar'dan bir grup da vardır. Firavun, Musa'yı yakalama şartıyla onları rahat bırakacağına söz vermiştir, özgürlüklerini kazanacaklardır. Musa'nın karşı kıyıya geçmesinden sonra Kızıldeniz kapanınca liderleri Baba Fingo ve Kopt savaşçıları suda boğulur.
ve...
Anlatılan her iki biçimde de Baba Fingo ölmemiş, lanetlenerek sulara hapsedilmiştir. Bir bahar günü yaşananlar, yine bir bahar günü Baba Fingo'nun sudan çıkıp gelmesiyle mutlu sona ulaşacak ve lanet bitecektir. Berna Durmaz'ın öyküleri, Baba Fingo söylencesinin izinde okuduğumuzda daha derinleşiyor, çok daha güzelleşiyor.

Öyküler yedi bölümde toplanmış. İlk bölüm Cemafer adını taşıyor ve sadece bir öykü var. Öykünün adı: Zurna Dediğin Delikli Boru. Cemafer'in ölmesi ya da bir türlü ölememesiyle açılıyor kitap. Zurnacı Cemafer, zurnanın kendinden sonraki sahibi gelip de zurnayı almadan canını teslim etmiyor. Anlatacağını zurnasına üflediğinden onu hak eden gelip aldığında zurnadan çıkan ses söze, ağıta dönüşüyor.
"Ne yüzler ne insanlar gelir geçer de bir zulüm kalır yeryüzünde. Bir fasit dairedir zulüm, kuyruğunu yutmuş yılan... Döner döner tekrarlanır, döner döner tekrarlanır, döner..."
İkinci bölümün adı, Ayni Babam; yine bir tek öyküyle geçiyoruz bu bölümü: Aşkın Mabedi de Tendir Hadisi de. Kasım Emin ile tanışıyoruz bu öyküde, hem söze aşıktır hem Sedef'e. Ayni Baba'nın bir çatı altında bulduğu "ıslak oğlan"dır o. Lakin sözü söyleyeni de söyleteni de pek sevmezler; ister âşık, ister âlim pek farkı yoktur akıbetlerinin. Onlar ancak Kel şehrine yakışır, orada yaşarlar.
"Nehirden çıkıp gelen sevdikleridir onların. Gömüldüğü sulardan geri geleceğine inanırlar ve beklerler her yıl aynı vakitte. Belki gelir, gelmiştir, lakin insanın insana ettiği yüzyıllardır değişmez, yeniden boğarlar onu suda."
Zarif adını taşıyan üçüncü bölümde üç öykü var: İlk öykü, Bir İğne Bin Minnet Doğurur Günün Birinde. Hiçbir yere sığmayan, diğerlerine benzemeyen Hasret ile onun gibi yerinde duramayan Zarif'in öyküsünün başlangıcına gidiyoruz.
"Sendeleyerek durmaya çalıştım, yüzüne baktım Zarif'in, su yeşili gözlerine. İçinde bir nehir akıyordu, yeminle, kimseye anlatamazsın bunu. O duruyordu, nehir akıyordu hâlâ. Suyun kabaran köpükleri bedeninden taşıyordu."
İkinci öykü: Şişenin İçinden Baktım Eşyaya. Hasretin ailesini, annenin toplumsal kabuller için kızı Hasret'e ettiği zulme tanık oluyoruz. Kadınların yönettiği bu görünmez hapishanenin kurbanlarından biri de Hasret'in şarapçı babasıdır ki kızı için yapabildiği sadece sessizce gözlerini kapatmaktır.
"Vay, dedim, kendi kurduğum çemberime tutuldum. Çemberler böyledir, başı sonu yok ya, girişi çıkışı olmaz. Kendi içinde döner döner, bir nokta olur. Büzüştüm, bir nokta oldum oturdum ortasına."
Üçüncü öykü: Göğün Altı Varken. Dünya zalimdir, birbirinin elinden tutan Hasret ile Zarif'i kendi haline bırakmaz. Yaka paça tutar, döver, zulmeder. Oysa onların eve, kulplu kulpsuz fincanlara, halılara, iğneyle ince ince işlenmiş oyalara ihtiyacı yoktur. Başlarının üstündeki en güzel çatı gökyüzüdür.
"Yol boyu Zarif zurnasını üfledi. Cemafer'in yarım bıraktığı nağmeler, Zarif çaldıkça tamamlanıyordu. Hasret, içindeki hikâyenin sözcüklerini bir dua gibi mırıldanıyordu durmadan. Sözcüklerle notalar, içleri boşalmış kovanlar gibi dağılıyorlardı çevreye. Yakarını Hasret'le Zarif'in etinde bırakıyordu."
Dördüncü Bölüm, Islak Oğlan'da iki öykü var. İlk öykü: Dön Dolaş Hep Aynı Ova. Kasım Emin'in dilinden hem oba hem öykü hem göç anlatılır. Öykünün sonunda bir karşılaşma yaşanır,  Zarif kimdir, Kasım Emin kim; işte burada durup düşünmek zamanıdır.
"İnip çıkıyordu zurnanın sesi. Bükülüp kıvrılıyordu. Kat yerlerinin arasında, sandık bekleyen kumaşlardaki naftalin gibi saklı duruyordu acı. Katıksız bir neşe içinde gibi görünseler de bunu hep tutuyorlardı akıllarının bir köşesinde."
İkinci öykü: Bir Galon Şarabı Ziyan Etmiş Yine. Ölüme yatan Kasım Emin'in hikâyesi anlatılır, ıslak oğlan başında onu uyandırmaya uğraşmaktadır.
"Derin bir uykudaydı Kasım. Uyku da değildi sanki, ölmeye niyetti. Aşkla umutsuzluk, derin bir yarık açmıştı ruhunda ve oradan şarap dolmuştu içeri. Aklı, yüreği, ruhu uyuşmuştu bu yüzden. Kaç zaman oluyordu yitirmişti sözcüklerini. Bu şehre geldi geleli bir rüyanın içindeydi ya, şimdi en ağırındaydı."
Beşinci bölüm, Sevgül dört öyküyle en kalabalık bölüm. İlk öykü: Arif'in Bildiği Neydi? Zurna'nın peşindeki Topuz ile Arif çıkar karşımıza, Kel şehrinin insanlarıdır. Yarayı bilirler de bilmezden gelirler kanatmamak için, susmak konuşmaya yeğdir.
"Nehrin akışı önüne bir kaya çıktı. İmkânı yoktu çarpmamanın. Çarptım, kırıldı her yanım. Gövde kaygansa da oyukları arasına tıkılı kaldı bedenim. Bir tarafa gidemedim."
İkinci öykü: Gelinde Bir Uçurum. Öykünün ismi, kendisiyle ilgili her şeyi açıklıyor zaten.
"Gelinle damadın göğüslerine takılı altınların ışıltısı vardı üzerlerinde. Ondan gerisi bitimsiz karanlık. Hele gelinin yüzünde bir uçurum fazladan. Bakan gözünü kaçırdı."
Üçüncü öykü: Hasretin Aklında Bir Acı Ceviz. Hasret'in hikayesi de Kel şehrindeki diğer kızların hikâyesine benzer ama kimse duyup bilmek istemez.
"Kapkara bir yağmur, belli bulutundan. Akacak, yıkamayacak, arındırmayacak. Kiri pası akıtmayacak şehrin üzerinden. Yapışkan bir sıvı, sıkıntılı. Neydi bu başımızın üstünde dönen."
Dördüncü öykü: Bacchus'a İçelim. Bir bağ evinde Hasan Hoca ile Arif'in karşılıklı dertleşip Bacchus şerefine bardak tokuşturdukları geceye konuk oluyoruz. Kel şehrinin insanlarının akıbeti eski yazıyla dolu yıpranmış kağıtlarda saklı olabilir mi? Yoksa yazılan da, anlatılan da hep aynı hikâye midir?
"Masadaki kâğıtları topladım. Islanmasınlar diye koynuma tıkıştırdım hepsini. Sanki ben böyle yapınca onu bir acıdan kurtarmışım gibi geldi."
Altıncı bölümün Kasım Emin'in adını taşıyor ve bir tek öyküyle bitiyor. Bir Külah Güllü Lokum. Ölüme yattığı uykusundan uyanan Kasım Emin yazmaya başlar. Ne yazar, kime yazar, yazdıkları ne olur?
"Benim duyup hissettiğim buydu ya, lakin günler sonra içime düşenler biçim değiştirip yeniden şekillenmeye başladı o boşlukta. Oraya bir başlı giren ne varsa yedi başlı ejderha olup çıkmaya hazırlanıyordu. Biriken, durduğu yerde çoğalıyor da harf harf, sözcük sözcük akmaya niyet ediyordu. Dayanamadım."
Topuz son bölümün ismi ve yine tek öyküyle kapanıyor kitabın kapağı. Öykünün adı: Kuyruğunu Yutmuş Yılan. Yani bir fasit daire ya da girişi çıkışı olmayan bir çember; zulüm başladığı yere geri dönüyor ve hep devam ediyor.
"Şimdi girim suya, çıkın sudan. Zulüm ile suda boğulanın ruhunu karşılayın. Arının bu suyun aklığıyla. Önümüzdeki yıla tertemiz girin."
Öyküler hakkında kısa alıntılarla birkaç söz söyledikten sonra diğer özelliklerinden de bahsetmek gerekir. Bağlamlı öykülerden oluşan kitapta doğrusal bir zaman akışı yok. Zamanın dışındaymış gibi büyülü bir zaman ve mekânın içinde geçiyor hikâye; mitolojik altyapısı ve yazarın masal ögeleri içeren dili de bu duyguyu güçlendiriyor.
Kitaba adını veren fasit daire teması, öykülerdeki kadın karakterlerin içinde oldukları toplumsal çemberi kırıp dışına çıkmalarını önleyen bir baskıyı temsil ediyor. Bölümler öykülerde yer alan ve toplumun genel davranış biçimine karşı duran, zurnanın sesine kulak veren, söyleyecek sözü olan kahramanların isimleriyle ayrılmış birbirinden.
Her kahramanın hikâyesi bir diğerininkini çağrıştırıyor dolayısıyla kuyruğunu yutmuş bir yılan ya da bir fasit daire gibi kendi üzerine kapanan, sürekli tekrarlanan çıkış arayışındaki insanı anlatıyor. Diğer yandan farklı kültürlerle bir arada yaşamak, ötekini kabullenmek, bireysel farklılıklara hoşgörüyle yaklaşmak, bireyin kendi aidiyetleri içinde hapsolması temaları da gözden kaçmıyor.
Siz okurken öykülerde "Baba Fingo"yu aramayı da unutmayın...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Güneş, Kum, Deniz ve Kitap

Cenk Hikayeleri - Murathan Mungan

Hangi Şehir Hangi Hikaye