Bir Kuru Ekmek

Bekir yatakta dönüp durdu. Yıllardır yalnız yattığı yatak bile dar gelmeye başlamıştı. Ne uyurken ne de uyanıkken hiçbir yere sığamıyordu. Dönüp durdukça altındaki somya gıcırdıyor, kadın elinin değmediği belli grileşmiş çarşaf bedenine dolanıyordu. Yorgundu. Zehra olsaydı şimdi, sırtını bir güzel ovar, sıcacık çay bardağını eline tutuşturur, denizde nasıl lüfer peşinde koştuğunu dinlerdi… kim bilir kaçıncı kez. Gitmişti Zehra. Onu yoksun, yorgun bırakıp gitmişti… İki veletle bir başına kalakalmıştı. Hain, diye düşündü. Onu böyle perişan ettiği için hırslandı Zehra’ya. Yok tek çocuk olmazmış, yok bir de kızları olsaymış… Karı milleti işte, bildiğini okuyordu. Olmayan canıyla çocuk doğurmaya kalkınca dayanamamıştı yüreciği… Kendin göçüp gittin, beni de bu veletleri de perişan ettin, diye söylendi kendi kendine. Fatma’nın mırıltıları gelmeye başladı kulağına. Duymak istemedi, kızının uyanırken çıkardığı mırıltıları. Onun doğuracağım diye can vermişti Zehra’sı. Murat ilgilenir, dedi kendi kendine. Bu yorgunlukla kalkıp bir de çocuk mu bakacaktı yani.
Murat sekiz yaşında, derin uykuda. Sabah rüyasında bir gün önce aşağı mahalleye attığı iki golü görüyor. Bir de kaçırdığı var ki… Olsun, atacak yine gollerini, kaçırmayacak bir dahaki sefere. Murat top peşinde, duymadı Fatma’nın mırıltılarını…
Fatma, üç yaşında, çelimsiz, iri mavi gözleri, tüm yüzüne yayılmış kirpikleri var. Uyandı, karnı aç. Kapıya bakıyor ama gelen giden yok. Bir kuru ekmek verseler eline, razı, zaten çok seviyor kuru ekmeği. Midesi kazınmaya başladı Fatma’nın, bastı çığlığı, sonra başladı ağlamaya.
Murat’a ninni gibi geldi, arkasını dönüp top peşinde koşmaya devam etti. Bekir çığlıkla irkildi ve bitimsiz ağlamalarla zıvanadan çıktı. Sus ulan, diye fırladı yataktan. Çarşaf, yorgan ne varsa bacaklarına dolandı. Daha sinirlendi, delirdi sanki bir tekme savurup kurtardı kendini. Attığı her adım döşemeleri inletti. Fatma aniden susuverdi, Murat maçtan kopup uyanıverdi. Bekir girdiği hışımla çıktı çocukları odasından ellerine baka baka, duvara bir yumruk savurdu.
Fatma’nın küçücük yanağında Bekir’in kocaman, nasırlı sağ eli. Acımış, acıtmış. Fatma’nın burnunda kan, incecik, sızmış, feryadına karışmış. Murat, Fatma’yı kaptı yatağından, kucağında, koşar adım mutfağa sakladı ikisini. Çığlıkları kulaklarını yaktı. Akşamdan kalan ekmeğin ucunu koparıp Fatma’nın acısını sağalttı. Sustu Fatma, kıpkırmızı yüzü, ıslak kirpikleriyle gülümseyerek ağabeyine unuttu ilk dayağın acısını.
29.10.2010

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Okumak ya da Okumamak: "Kayıp Zamanın İzinde"

Bir Ölünün Defteri - Halid Ziya Uşaklıgil

Cenk Hikayeleri - Murathan Mungan