Çamurdan Önce Toprak Olabilmek



Öyle çok inanmıştım ki herşeyi yapabileceğime özgüvenim benim boyumu bile aşmıştı. Beklentilerim, hayallerim vardı ama tereddütlerim, sorularım yoktu. Her şeye cevabım vardı, herkese yetecek gücüm vardı.
Hayatın gizemini çözmüştüm, başarının yolu bana açılmıştı.
İlk girişte kazanmıştım üniversite sınavını hem de üçüncü tercihimdi.
İşletme okuyacaktım elbette başka ne okunabilirdi ki, iş dünyasının yükselen yıldızı işletme okumaktı.
Başbakanın oğluyla aynı sınıftaydık; işte bu da doğru yolda olduğumun kanıtıydı.
İş hayatında tecrübe de çok önemliydi, herkesin bir adım önünde başlamalıydım hayata.
Bir de yabancı dil öğrenmeliydim, hemen.
Ben her şeyi yapabilirdim hem de her şeyi… Üstelik birkaç şeyi bir arada da yapabilirdim.
Herkesten akıllıydım, herkesten daha iyi düşünebilirdim, ben "ben"dim.
Üniversite üçüncü sınıfı bitirdiğim yaz, "bir amca" yardımıyla atıverdim kendimi büyük bir şirkette.
Dördüncü sınıfı çalışarak bitirecektim, iki senede de bitirsem olabilirdi.Çünkü herkesten bir adım öndeydim zaten. Bu arada nereye yetiştiğimi de soracak vaktim olmadı kendime...
İyi bir elemandım, iyi iş çıkarıyor, öğrendiklerimi uyguluyor, "aferim"leri topluyordum.
İyi de para kazanmaya başladım, okula haftada bir gün gidiyordum sadece, ondan bundan notlar toplayıp fotokopi çektiriyordum.
Akşamları yabancı dil kursuna, hafta sonları ise ehliyet kursuna gidiyordum.
Herkes bana gıpta ediyordu, çok hızlı yaşıyordum, hayatı dizginlerinden yakalayıvermiştim işte.
Bu arada bir de şef oldum, maaşım arttı, kariyer basamakları serildi önüme, seyahatler arttı.
Gazeteleri ekonomi sayfasından okumaya başladım, ben artık süper bir iş kadınıydım.
Hayat güzeldi hem de çoook güzel…
Ehliyetimi aldım, araba kullanmaya başladım, yabancı dil konuşabiliyordum, şirket değiştirdim, daha çok kazanmaya ve yükselmeye başladım, ismimin önündeki unvanlar arttı ama o kahrolası diplomayı bir türlü alamadım. Branş derslerimin hepsini geçtim de “aşağılık kompleksi duyan almanca hocası” devamsızlıktan her sene bıraktı beni. Aslında o diplomaya pek ihtiyacım yoktu ama o kadına inat alacaktım. Ve aldım da ama en fazla iki sene de bitiririm dediğim son sınıfı dört senede bitirdim. Omuz silkip geçtim.
Kendi işimi kurmaya karar verdim, her şeyi yapabilen ben, kendi kendimin patronu olmalıydım. Benden iyi patron mu olurdu! Oldum da, kendi işimi kurdum, patron oldum, çok büyük firmalarla çalıştım…
Ama bir gün her şey tepetaklak olmaya başladı, zincirin hangi halkasının koptuğunu anlayamadan düşmeye başladım. Hızlı ve sert bir düşüştü, canım yandı, hem de çok. Ayağa kalkmayı başardığımda can kırıklarım vardı, dostlarım yoktu, yalanlarım vardı, hayallerim yoktu.
Elbette yeniden başladım, yenilmek yoktu benim dağarcığımda. Önce tuzla buz olan egomu alıp sarıp sarmaladım, sivriliklerini törpüleyip yumuşattım, sonra dönüp kendi içime baktım, en zayıf halkayı bulmaya çalıştım. Düşündüm, okudum, sordum ve sonunda buldum.
O zayıf halka bendim, ben kendimi dinlemeden, ne istediğimi bilmeden, bana uygun görülen kalıbın içine sokuvermiştim kendimi. En büyük yalanı da kendime söylemiştim. Ben aslında olduğum kadın değil de başka, bambaşka biriydim. Olmamıştı işte... Hayatımın amacını bulmadan, başka bir hayata araç oluvermiştim.  Sonunda ruhum isyan etmiş, çamurun içindeki kabarcıklar gibi çatlatıvermişti testiyi. Testi kırıldı, suyu aktı. Şimdi fazlalıklardan arınma zamanı; çamurdan önce toprak olmayı bilme zamanı.
20.10.2010

Yorumlar

  1. Burçakcım eline, yüreğine sağlık. Yüreğinden kopanlar ne güzel cümlelere dönüşmüş. Ne yazık ki çoğumuzun can kırıkları var hayatta ama önemli olan hayata bir ucundan tutunabilmek ve hatalarımızdan ders çıkarmak.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Okumak ya da Okumamak: "Kayıp Zamanın İzinde"

Cenk Hikayeleri - Murathan Mungan

Bir Ölünün Defteri - Halid Ziya Uşaklıgil