Ahşap Sandık ve Taş Bebek



Bu küçük ahşap sandığı aldığım günü hatırlıyorum. Arasta Çarşısı’ndaki halıcılardan birinde görüp çok beğenmiştim, fiyatı pahalı gelmişti ya yine de sahip olmak istemiştim ona. İçinde anıları biriktirmek için oyulmuştu sanki. Siyah madeni menteşeleri ve kilidin üzerinde duran siyah kocaman anahtarıyla beni kendine çekiyordu. Satıcı, el oyması olduğuna yemin edip duruyordu fiyatının pahalılığına bahane olsun diye. Oysa o ne derse desin ben çoktan sandığın büyüsüne kapılmış, almaya karar vermiştim. Biraz pazarlıktan sonra anlaştık. Armağan olduğunu söyleyip paket yapmasını rica ettim. Şaşırdı, öyle fiyakalı kâğıtları, fiyonkları falan yoktu ama yine de bir şeyler buldu buluşturdu, paketleyip verdi elime. Elimde sandıkla dükkândan çıkarken yüreğim kanatlanmıştı. Hayatımdaki eksik bir parça tamamlanıvermişti birden. Kendime armağan ettiğim bu sandık odamın başköşesine kuruluverdi hemen. Gün be gün yaşanmışlıklarımdan parçalar biriktirdim içinde. Bazen bir çakıl taşı, bazen bir sinema bileti, bir saç tokası, bir iki fotoğraf, gümüş bir yüzük, üzerine bir şeyler karalanmış bir peçete ve daha neler… İçindekiler hep birlikte bir bütünü tamamlayamasalar da hepsi birer birer bir bütünün en önemli parçasını oluşturuyorlar benim için.
Yatağın ortasında oturuyorum, sandık bacaklarımın arasında, kapağı açık. İçindekileri tek tek çıkarıp anılarımın sisini kaldırıyorum zihnimden. Derken bir fotoğraf geliyor elime. Akdeniz’in güneşli, yemyeşil, masmavi koylarından birinde çekilmiş. Gülümseme bütün yüzümüze yayılmış. En mutlu, en eğlenceli tatilim olduğunu hatırlıyorum.  İşte bu fotoğraf o tatilin en güzel anlarından birine ait. Yanımda bana bakarak gülen arkadaşımın yüzünde gezdiriyorum parmaklarımı. Birlikte gülümsediğimiz günleri o tatilde tükettik biz. Pişmanlık ve özlem birbirlerine dolanıp çörekleniyorlar yüreğime. Bana ne çok şey katmıştı dostluğu. Hayatımdan çıkarken belletmişti; arkadaşlığın da dostluğun da kuralları ve sınırları olduğunu. Bense onu üzmemek için çırpınırken bir de baktım onu çoktan ardımda bırakmışım.
O fotoğrafın çekildiği gün bana hediye ettiği taş bebek hınzırca bakıyor şifonyerin üzerinden. Hiç gözünü kırpmadan, suçlayarak, acıtarak. Gözlerimi kaçırıyorum. Affedilmek istiyorum, yetmez mi bunca zaman keşke ile başlayan binlerce cümle…
Taş bebeği elime alıyorum ve fotoğrafı, not defterimden kopardığım bir kâğıda yazıyorum; üzgünüm ama kendimi affediyorum, sen de affet.
Sahildeki kayalıkların üzerinde dalgaların kırmızı kurdeleyle bağlanmış sandığımı ona götürüşünü izliyorum.
11.11.2010

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Okumak ya da Okumamak: "Kayıp Zamanın İzinde"

Cenk Hikayeleri - Murathan Mungan

Bir Ölünün Defteri - Halid Ziya Uşaklıgil