Uykusuz


Gözlerimi karanlığa açtığımda ilk aklıma düşen, yeniden kapamak gözlerimi. Çalınan, zaptedilen uykumu geri alabilmek. Yarım kalmış rüyalarıma devam edebilmek. Olmuyor. Gözlerim karanlığa alışıyor. Yerlerini ezbere bildiğim mobilyalar karanlıkta gölgelenerek kendilerini belli ediyorlar. Zihnim çalışmaya başlıyor. Çalışıyor. Düşünüyorum. Önce ne yapacağımı düşünüyorum. Giden uykuma eyvahlanırken kazandığım zamana seviniyorum. Kitap okuyabilirim, yazı yazabilirim, kazınmaya başlayan midem için mutfakta bir şeyler tırtıklayabilirim. Dün limonlu kek yapmıştım. Bir de çay demlesem mi? Yok artık diyorum içimden, bir de yumurta haşlayıp kahvaltıya başla bari… Öğrencilik yıllarım geliyor aklıma, sınav zamanları. Bir demlik çayla, annemin mahlepli kurabiyeleriyle sabahladığım geceler. Özlüyorum. Yatağın içinde hareketsiz bekliyorum. Acaba yeniden gelir mi uyku gözlerime. Gelse mi? Yoksa gelmemesini garanti etmek için yatağın sıcağından koparıp kendimi ayaklansam mı? Karar veremiyorum. Saat kaç? 05:22… Cep telefonumun ekranında kocaman yazıyor. Tuvalet ihtiyacı hissediyorum. Sonrasında oğluma bakıyorum, iki elini birleştirip yanağının altına koymuş mışıl masum uyuyor. Üzerindeki yorganı savurup atmış. Ah, bebekliğinden beri hiç örtmez ki üzerini. Anımsıyorum. Gülümseyerek üzerini örtüyorum ve boynuna küçücük bir buse konduruyorum. Hafifçe terlemiş. Ne güzel kokuyor. Canım. Ayaklarım beni mutfağa doğru götürüyor. Fırının içine koyduğum kek tabağını alıyorum ve kendime iki dilim limonlu kek kesip küçük bir tabağa yerleştiriyorum. Ama sıcak bir şeyler de içmek istiyorum. Bunu düşünürken sırtımdan bir ürperti geçiyor. Üşüyorum. Dikkat et kızım, hasta falan olmaya kalkma! Hemen yatak odasına geçip kırmızı kareli sabahlığımı üzerime geçiriyorum, ince, yünlü bir kumaş, hafif ve sıcacık. Annemi anımsıyorum. O dikmişti yıllar önce. Eşim uyuyor. Uyusun. Çok yorgun. Onu uyandırmadan mutfakta beni bekleyen kek dilimlerine doğru gidiyorum. Çekmecelerden birinde poşet çaylar olduğu aklıma geliyor. Karıştırıyorum. Buldum. Elma, kuşburnu, ıhlamur çayları var. Elmanın kokusu cezbediyor. Su ısıtıcısında kaynattığım suyun içine atıyorum bir poşet, kokusu mutfağı dolduruyor. Elimde elma çayım ve keklerimle kanepenin üzerine kuruluyorum, bacaklarımı da topluyorum, yanımdaki sehpanın üzerinde duran abajuru açıyorum. Benim güzel, kıymetli abajurum… Aslında bir gaz lambası olarak rahmetli nenem (annemin anneannesi) tarafından anneme verilmiş anı olsun diye. O da bana verdi, böyle şeylere düşkün olduğumu bilir. Ben de üfleme camdan, üzeri minicik çiçeklerle süslü bu gaz lambasını alıp abajur yaptırdım. Herkes bilir onu ne çok sevdiğimi. Kek çok güzel olmuş. Evet, midemin isteğini yerine getirdim saat altıya yaklaşmış olmalı. Şimdi ne yapacağım. Biraz kitap okusam, uykumu getirebilir, artık uyumak istemiyorum. En iyisi yazmak, yazarken tüm algılarım açık oluyor, istesem de uyuyamam. Bilgisayarı almak güç olur şimdi, en iyisi not defterimle kalemimi almak. Parmaklarımın ucuna basa basa yatak odasına geliyorum. Çalışma masam yatak odasının bir bölümünde duruyor, o köşe bana ait. Ses çıkarmadan, el yordamıyla kalem ve not defterimi bulmaya çalışıyorum. Buldum. Eşim derin bir nefes alarak dönüyor yatakta. Uyumaya devam ediyor. Ben odadan çıkıyorum. Kanepenin üzerindeyim yine, bacaklarım toplanmış, not defterim dizlerimin üzerinde, kalem elimde. Ne yazacağım? Bilmiyorum. Düşünüyorum. Ve işte yazıyorum…
14.11.2010

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Okumak ya da Okumamak: "Kayıp Zamanın İzinde"

Cenk Hikayeleri - Murathan Mungan

Bir Ölünün Defteri - Halid Ziya Uşaklıgil