İlk Öpücük
Çam ağaçlarıyla gölgelenmiş parka girdiğinde çok heyecanlıydı Ömer. Gözleri yuvalarında durmadan dönüp duruyor, her köşede onu arıyordu. Yoksa daha gelmemiş miydi? Ya gelmezse, diye endişelendi. Yüreğine bir ateş düşüverdi. Kendi elleriyle yaptığı rengârenk resim ağır geldi parmaklarına. Bütün yaz özlemle beklemişti kavuşacakları günü. Kimseye de soramamıştı, bir haber var mı, diye. Alay ederlerdi sonra, bilmiş bilmiş gülerlerdi yüzüne. Ağzından adını almak için, saçma saçma sorular sorarlar, cevap vermesini beklerlerdi. Ama öğrenmişti artık bu durumdan kurtulmanın yolunu. Duymuyormuş, anlamıyormuş gibi davranıyordu. Onun adını ağzına almıyordu. Zaten rüyalarında görüyordu istediği zaman. Bir gece rüyasında, pamuk prenses gibi giyinmişti Nehir, saçlarını açık bırakmıştı, o da bir şövalye olarak onu koruyordu. Düşmanlar saldırıyorlar ama o Nehir’i kurtarıyordu. Nehir’de onu öpüyordu. Bu rüya o kadar hoşuna gitmişti ki gidip annesine anlatıvermişti bir çırpıda. Annesi de sanırım arkadaşını çok özledin, demişti gülümseyerek.
Denizli Ev’den döndüklerinden beri -yazın anneannesinin evine gidiyor ve orada denize girebiliyordu, işte bu nedenle orası “denizli ev”di- annesinin başının etini yemiş ve arkadaşlarıyla buluşmak için yalvarıp durmuştu. Hiç Nehir’i görmek istiyorum dememişti ama annesi çok akıllı bir kadındı. Onu anlıyordu. Nehir’in annesiyle birlikte birkaç arkadaşının annesine de telefon etmiş ve ertesi gün için hepsini parka davet etmişti annesi. Acaba bu gece de Nehir’i görebilir miydi rüyasında?
Sabah her zamankinden daha erken uyandı, yerinde duramıyordu, enerji doluydu içi. Kahvaltıdan sonra zaman geçmek bilmedi bir türlü. Henüz saati okumayı bilmiyordu ama annesinin söylediğine göre daha iki saatleri vardı evden çıkmak için. Resim yapmaya karar verdi. Evet, Nehir için bir resim yapacaktı. Resimde Nehir prenses, o da şövalye olacaktı ve bir de bir sürü çiçek olmalıydı. Çünkü Nehir çiçekleri çok seviyordu. Resmi bitmek üzereyken annesi artık giyinmesi gerektiğini söyledi. Tamam, ben kendim hallederim, dedi annesine. Her zaman annesi ne çıkarırsa onu giyerdi, çok önemsemezdi. Ama o gün kendini çok havalı yapmalıydı. Kıyafetlerini kendi seçti. Annesi ne kadar itiraz ederse etsin, seçtiği kıyafetlerle gidecekti parka. En sevdiği eşofmanı ve yeni spor ayakkabılarını giydi. Annesi parka bu kadar şık gidilmeyeceğini söylese de yine duymazlıktan gelmişti onu. O parka gitmiyordu ki, o Nehir’i görmeye gidiyordu. O yüzden de parka istediği kadar şık gidebilirdi. Nehir de çok güzel giyinecekti, biliyordu. O zaten hep çok güzel giyinirdi. Herkesin ne giydiğine de dikkat eder ama en çok benim ne giydiğime dikkat eder, diye düşündü. Ömer de onun pembe montunu çok seviyordu ve pembe çizmelerini, çünkü Nehir’e çok yakışıyordu bunlar.
Anne çoraplarımı giydirir misin, diye seslendi annesine. Çorap giymeyi bir türlü beceremiyordu, aslında giyiyordu ama şu topuğunu oturtmak sorun oluyordu işte. Annesi gelip çoraplarını giydirirken oğluna iyice bir baktı, çok şıksın canım, dedi. Acaba babasının kokusundan sürse miydi? Annesi bu soruyu cevaplarken gülümsüyordu, sanırım baban bir şey demez, hem güzel kokmak çok önemlidir. Anne, gerçekten havalı oldum mu, diye son kez sordu. Evet, canım çok havalısın, yakışıklısın, derken bir yandan da ona koku sürüyordu. Nihayet ikisi de hazırdı işte, evden çıkıp parka doğru yürümeye başladılar. Annesinin avucunda duran küçük eli terlemeye başlamıştı. Annesi hafifçe sıktı oğlunun elini, bir yandan da gülümseyerek cesaret vermek istedi.
Annesi bir banka yerleşince, elindeki resmi annesine verip, salıncaklara doğru koştu. O gelene kadar sallanıp biraz vakit geçirmeye karar verdi. Hem geldiğinde kendisini bekliyormuş gibi görünmek de istemiyordu. Hem sallanıyor hem de onun geleceği yöne doğru kaçamak bakışlarla etrafı kolaçan ediyordu. Derken ağaçların arasında parlayan sapsarı saçlarını gördü, pembeleşmiş yanakları, hafifçe esmerleşmiş teniyle ne kadar güzeldi. Onu görür görmez kendisine hâkim olamadan salıncaktan atlayıverdi. “Ömer, Ömer” diyen annesini duymazlıktan geldi, “Nehiiiiir” diye bağırarak ağaçlara doğru koştu. Nehir, utanarak annesinin bacaklarının arasına saklansa da yüreğindeki sevinç ağır bastı. Birbirlerine sarıldılar sımsıkı.
Annesi endişe ve sevecenlik karışımı bir gülümseyişle baktı ikisine. Annesinin Nehir’in annesiyle kucaklaşmasını izledi, ne güzel anneleri de birbirleriyle arkadaş olmuşlardı işte. Anneleri ağaçların altındaki banklardan birine oturup sohbete dalarken Ömer Nehir’in elinden tutup salıncaklara doğru götürdü. Yanyana sallanmaya başladılar salıncaklarda. Sallanırken uçuşan sapsarı saçlar gözlerini kamaştırdı Ömer’in. Ne güzel gülüyordu Nehir. Aniden salıncaktan inip ağaçların arasında gözden kayboldular. Her ikisi de heyecanlı, tedirgin bakışlarla annelerini gözlüyorlardı. Ömer’in annesi seslendi arkalarından, köprüyü geçmeyin… Tamam, dedi Ömer ve hızla Nehir’in yanına seğirttti. Nehir çam ağaçlarından birinin altına oturmuş onu bekliyordu, içi kıpır kıpırdı. Ömer yanına oturunca cebinden çıkardığı katlanmış bir kağıdı uzattı ona. Ömer ağzı kulaklarında açıp baktı. Demek o da beni düşündü, diye geçirdi içinden. Kağıdın ortasında kırmızı pastel boyayla boyanmış, biraz eğri büğrü bir kalp duruyordu. Ömer’in yüreği kanatlandı bir kez daha. Ben de senin için bir resim yaptım ama annemin çantasında, dedi. Nehir başını onun omzuna yaslayınca kendini daha büyük daha erkek hissetti Ömer. Evet, birbirlerini çok seviyorlardı. Herkes gülebilirdi buna ama onlar ellerini birbirine kenetleyip kimseye aldırmadılar. Nehir’in annesi onları bu halde bulduğunda birbirlerine yaz boyu neler yaptıkları anlatıyorlardı. Nehir’in annesini görünce utançla başını öne eğdi Ömer, Nehir kıskançlıkla annesine baktı. Ne güzel baş başa oturuyorlardı burada, neden büyükler hep en güzel anlarda gelirlerdi ki?
Nehir’in annesi diğer arkadaşlarının da geldiğini haber verdi. Çok sevindiler Mert ve Demet’i görünce. İşte yine hep birlikteydiler. Artık aynı okula gidemeyeceklerdi ama yine de görüşeceklerdi. Annesi söz vermişti Ömer’e, içi rahattı. Biraz kaydırakta kaydılar, biraz salıncakta sallandılar, zincirlerde tırmanma yarışı yaptılar, biraz birbirlerini kovaladılar. Güneş iyice eğilmişti evlerin arkasına doğru, anneleri, gitme vakti, dedi. Yalvardı Ömer annesine beş dakika daha diye. Nehir’in yanakları ıslandı eve gitmemek için. Hep birlikte beş dakika daha kopardılar annelerinden. Kıyamadılar çocuklarına, beş dakika daha iliştiler bankın ucuna. Hepsi birlikte köprüye doğru koştular.
Eve dönerken çok heyecanlıydı Ömer. Annesinin sorularına cevap vermedi, çok yoruldum anne konuşmak istemiyorum, dediğinde annesi şaşkınlıkla baktı. Ömer saçları terden sırılsıklam, yanakları pespembe, gözleri ışıl ışıl uzaklara daldı.
Sarı saçlı prenses ve şövalye o gece ilk aşkın, ilk öpücüğün sarhoşluğuyla uykuya daldı.
02.12.2010
Anne yanım da benimleydi okurken, hem gülümsedim hem sevdim çocuk kalplerini...
YanıtlaSilİlk Mavi Melek'te rastlamıştım öykülerinize, izlediğimde başka öykülerinizin de olduğu bir bloga çıkmıştı yolum, sevmiştim kaleminizi ama kaybetmiştim.
tebrik ve sevgimle