Hotel California
Durağa doğru yürürken dizlerimdeki sinsi ağrıya aldırmamaya çalışıyorum. Eve gideceğim, kendimi kanepeye atıp ayaklarımı duvara yaslayacağım ve en az yarım saat kıpırdamayacağım, diye söz veriyorum kendime. Otobüste boş bir koltuk bulabilmek için dua ediyorum. Durağa geldiğimde gördüğüm kalabalık o günün Cuma olduğunu anımsatıyor bana. Boş koltuk hayalime veda ediyorum. Çantamın ön cebinden çıkardığım telefonuma kulaklığımı takıp, radyoyu açıyorum. Henüz bitmiş bir şarkının son notaları çalınıyor kulağıma ve hemen ardından gelen o bildik melodiyle bir anda yıllarca önceye gidiyorum.
1985’te ne güzel bir Ağustos gecesiydi. Henüz sahil gazinoları doldurmamıştı bu güzelim kumsalı, şehrin ışıklarıyla değil de yıldızlarla aydınlanıyordu geceler, yakamozlar parlıyordu denizin üzerinde, amatör balıkçılar küçücük teknelerinde lüks lambalarıyla lüfer avlamaya çıkmışlardı. Ne kadar çoktuk o yaz, hepimizin başında kavak yelleri. Daha birkaç hafta önce öğrenmiştim üniversite sınavını kazandığımı. Sen zaten iki senedir üniversiteliydin. Her akşam toplandığımız duvarın üzerinde elinde gitarın, hadi kumda ateş yakıp şarkı söyleyelim, demiştin gözlerime bakarak. Sanki sadece bana söylemişsin gibi hissetmiştim oysa neredeyse yirmi kişiydik.
Jandarma ateşi görmesin diye kıyıya çekilmiş iki sandalı biraz daha yukarı çekip siper etmişti erkekler ve kızlar çalı çırpı toplamıştı etraftan. Bence o kumda yakılmış en güzel ateşti. Etrafında halka olduğumuzda uzağa oturmana ne kadar da bozulduğumu hatırlıyorum. Sonra anladım ki gözlerime bakmak için tam karşıma oturmayı tercih etmiştin. Gitarı eline alıp da tellerine dokunduğunda içim titremişti.
“On a dark desert highway, cool wind in my hair”
“Warm smell of colitas, rising up through the air”
İlk dizeleri söylediğinde göz gözeydik. O an ateşin üzerinden atlayıp sana sarılmak istemiştim. İnsanın son nefesine dek unutmadığı anlar vardır ya, işte onlardan biriydi. Birbirimize doğru çekiliyorduk ve ben sana o an âşık oldum.
Ateş sönüp şarkılarımız tükendiğinde gece neredeyse kaybolup gitmek üzereydi tepelerin ardından. Beni eve bırakırken anlatmıştın şarkının hikâyesini. Hüzün gözlerine yansımıştı.
"And I was thinking to myself,"
“This could be Heaven or this could be Hell”
Çok çabuk geçti o yaz. Ayrılırken tutamayacağımız sözler vermiştik birbirimize. Ayrı şehirlere savrulduk. Büyüdük. Bir daha hiç görmedik birbirimizi. Haberlerini aldım ortak tanıdıklardan koskoca bir doktor olmuştun, hep hayal ettiğin gibi. Ben seni de o geceyi de kalbimde taşıdım hep.
Birkaç yıl önce bir ilkyaz sabahında gazetede okudum kaza haberini. Neden o kadar ağladığımı kimseye anlatamadım. Kullandığın motorun üzerinde hayal ettim seni, şarkıdaki gibi serin rüzgâr saçlarının arasında. Ve ben elimde bir mumla kumsalda. Son kez o gün dinlemiştim bu şarkıyı, senin de duyacağını umarak.
“You can checkout any time you like,”
“but you can never leave!”
Otobüs çoktan gitmiş olmalı, durakta benden başka kimse kalmamış. Eve gittiğimde o şarkıyı çalsam ve sen her neredeysen, gözlerinle gözlerimi yakalasan. Keşke…
Temmuz 2011
öykü...
YanıtlaSiliyiki de öyle
tebriklerimle