Neden Ağlıyordu ki?

Sabah sekiz buçukta Kadıköy'den kalkan otobüs Göztepe Köprüsünün üzerinden geçip Libadiye'ye doğru inleye inleye yol alıyor. Eski Magirus'lardan, gürültülü, sarsıntılı, tükenmiş... Otobüste oturacak yer bulan şanslı insanlar uyuklarken ayaktakilerin gözleri ya sabit bakışlarla camdan dışarıyı izliyor ya da bir sonraki durakta inen olursa koltuğu kimseye kaptırmamak için etrafı kolaçan ediyor. Her sabah aynı otobüsle işe giden insanların aşinalığı var yüzlerde. Uykulu, yorgun ve sıradan bir sabahın bitkinliği.
Alvarlızade Cami Durağı. Otobüse binen kadının başı önünde. En arkadaki kapının önüne gelip direklerden birine tutunuyor. Bal rengi kıvırcık saçlarını dizginleyebilmek için sıkıca ensesinde toplamış. Teni sanki hiç güneş görmemişçesine beyaz ve yüzü daha beyaz. Ormanı hatırlatan koyu yeşil gözleri zarif bir gözlüğün ardında saklanıyor. Gözkapakları şiş, kirpikleri nemli ve burnu kızarmış. Sürekli dudaklarını ısırıyor. Siyah kumaş pantolonu yeni ütülenmiş, üzerindeki tişört simsiyah, tişörtün üzerine giydiği gri beyaz kareli gömleği kolundaki morluğu gizlemiyor. Elleri zarif bedenine, incecik kollarına yakışmayacak kadar kızarmış, şişmiş, çatlamış. Parmağındaki incecik alyans tek süsü. Elleriyle çalışıyor belki... Oysa omzunda asılı bir evrak çantası var. Belki evinin işini yaparken ellerini koruyamıyor. Taba rengi ayakkabıları çok eskimiş. Sol tekinin burnunda küçücük bir delik. Ayak bileğine doğru sarı yeşil bir iz daha göze çarpıyor. Belli ki üç beş gün geçmiş üzerinden. Otobüs otobanda kendine göre hızla yol alıyor.
Kadının gözleri camdan dışarı bakıyor, görmüyor. Yanaklarından süzülen yaşlara engel olamıyor. Otobüsün gürültüsü kadının acısını bastıramıyor.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Okumak ya da Okumamak: "Kayıp Zamanın İzinde"

Cenk Hikayeleri - Murathan Mungan

Bir Ölünün Defteri - Halid Ziya Uşaklıgil