El Yazısıyla “e” Harfi Yapabilmek


Ağlıyor… Hem de öyle içi yanarak ağlıyor ki… Gözyaşları yağmur damlaları misali iri iri, hızlı hızlı düşüyor göz pınarlarından tombul yanaklarına. Her nefeste içini çekiyor, ciğerleri tükeniyor. Kederle, acıyla konuşmaya çalışıyor.
“Anne, sen beni bırak. Ben başarısız bir çocuğum. Başka bir çocuk doğur.”
Annesi de ağlamaya başlıyor. Ne diyeceğini bilemeden şaşkın bakakalıyor. Islak yüzünü avuçlarının arasına alıyor, oğluna sarılıyor, canına. Daha önce çok bağırıp azarlamıştı onu, rakamları ters yazıyor diye. Pişman, çok pişman. O küçücük adam, el yazısıyla yatık e harfi yapamadığı için annesinin onu sevmeyeceğini düşünüyor. Annesine tahammülü öğretiyor. Kadın gözlerinin içine bakarak diyor ki:
“Oğlum, sana bağırdım diye beni sevmekten vazgeçer misin?”
Daha çok ağlıyor, daha sıkı sarılıyor annesine.
“Anne, ben seni çok seviyorum. Bana bağırsan bile… Ama yapamıyorum.”
Güneşten sararmış saçlarına bir öpücük konduruyor annesi, kokusunu içine çekiyor. Ondan hiç vazgeçmeyeceğini anlatmaya çalışıyor.
“Ben de seni çok seviyorum. Hem de anlayamayacağın kadar çok. Şunu bil ki okulda başarılı olman, ders çalışman senin için çok önemli benim için değil. Sen katil bile olsan, benim oğlumsun. Ben yine seni çok seveceğim. Ben seni karnımın içinde büyüttüm, senden vazgeçer miyim hiç.”
“Ama geçen sefer çok kızmıştın, sayıları yapamadım diye”
Evet, çok kızmıştı ve ne çok pişmanlık duymuştu sonradan.
“Evet, kızdım. Biraz fazla bağırdım özür dilerim. Ama sen de ders çalışırken, yeni bir şeyler öğrendiğini düşünüp hoşlanmaya çalışmalısın. Kaç satır kaldı diye sayarak, etrafına bakıp oflayarak ders yaparsan sayıları da ters yaparsın, harfleri de yanlış yaparsın ve ödevler çok uzun sürer.”
Duvarlara bakıyor, ıslak, birbirine yapışmış kirpiklerini kırpıştırıyor. Annesinin sözlerinden, ödevlerden kaçmanın bir yolunu arıyor. Yok…
“…”
Annesi konuşmaya devam ediyor. Ona ancak çalışarak bir şeyler öğrenebileceğini anlatmaya çalışıyor. Bir yandan da daha ilk ödevde yaşadıkları bu halin, okul kapanana dek geçecek yüzlerce akşam boyu tekrarlanması ihtimali içine çöreklenip oturuyor.
“Sen sıkılmadan dikkatle ders çalışacağına söz ver, ben de sana ders çalışırken bağırmayacağıma söz vereyim. Ne dersin?”
Eliyle ıslak yanaklarını siliyor. İsteksiz bir tebessümle kıvrılıyor dudakları.
“Tamam.”
Annesi de gülümsüyor.
“Şimdi şu e harfini halledelim mi?”
Umutsuzca soruyor.
“Nasıl?”
Annesi bir yol bulmaya çalışırken aklına geliyor.
“Kalemin ucu bir savaş uçağı olsun. Şu noktadan havalanıyor, yavaşça yükseliyor ve tam bu köşeye çarparken hoop takla atıyor. İşte bu…”
“Uçak havalanıyor, yükseliyor ve hoop takla atıyor. Anne, oldu di mi?”
"Evet, oldu. Şimdi daha düzgün yapmaya çalışalım. Ne kadar çok yaparsan elin alışır ve o kadar güzel yazarsın.”
“Çok kolaymış anne.”
İkisi de rahatlıyorlar, kocaman bir gülümseme yayılıyor dudaklarına. Ama küçük adam e harfinden başka şeyler düşünüyor hala.
“Şey, ödevim bittikten sonra dondurma yiyelim mi?”
Eylül 2011

Yorumlar

  1. Ne çok benzer cümle kurdum, ne çok benzerini duydum... Anne olmak yaralı bir iç taşımak galiba.

    sevgimle

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Okumak ya da Okumamak: "Kayıp Zamanın İzinde"

Cenk Hikayeleri - Murathan Mungan

Bir Ölünün Defteri - Halid Ziya Uşaklıgil