Yazma Büyüsü - İnci Aral
Yazma Büyüsü – İnci Aral
2011 yılının son müjdelerinden
biri de İnci Aral’ın çeşitli toplantılarda yaptığı konuşmalarını, dergilerde
çıkan yazılarını ve yaratıcı yazarlık ders notlarını bir araya getirerek
oluşturduğu kitap: Yazma Büyüsü
İddialı rengi, iddiasız kapak
tasarımıyla ben buradayım diyor. Özellikle yazma uğraşını kendine yol olarak
belirlemiş okura sesleniyor yazar. Arka kapakta ve kitabın hemen başında şöyle diyor:
“Sevgili Okur,
Senin herkese açık bir mektubun alıcısı olabileceğinden kuşku duyuyorum.
Çünkü aramızda her zaman çok daha özel bir ilişki oldu. Yakınlığımız basılı kâğıtlardan
ibaret değil. Ben gözlerinin gezindiği sayfalarda yaşayan birisiyim ve sana
sözcükler aracılığıyla sesleniyorum. Bu yüzden sevgine olduğu kadar yargılamana
da açığım.
…
Ben yalnızca yaşama ayak uydurma güçsüzlüğüm taşıyamayacağım kadar
ağırlaştığında kaleme sarılıyorum. O zaman gerçeği kurmacanın ve yanılsamanın
araçlarıyla kendimce yeniden tanımlamaya uğraşıyorum. Bunun yapmaya çalışırken
kapıldığım umutsuzluğu sana anlatamam. Yazma tutkumun vazgeçilmezliği belki de
bunu yenmeye yöneliktir, özü budur.”
Kitap üç bölümden oluşuyor:
Yazarken, Yazar Olabilmek, Kitaplar ve Yazarlar Arasında.
Okura yazılmış bir mektupla
başlıyor ilk bölüm, kendi kitlesine içini döküyor İnci Aral, bir yazar olarak okurla ilişkisini anlatıyor.
On dört yaşında gerçekleştireceğine pek de inanmadığı bir düş olarak yaşamına
giriyor yazarlık. Daha ilk yıllarda bunun uzun, meşakkatli bir yol olduğunun
ayırdına varıyor. Ancak kırkından sonra bir yazar olabileceğini düşünürken çok
daha önce gerçek oluyor hayali. Yazmanın ve yazamamanın sarkacında nasıl
savrulduğunu da okuyoruz bir yandan. Sözcüklerle nasıl uğraştığını, kimi zaman
onlara darılsa da oynadıkları oyunun baştan çıkarıcı büyüsüne kapıldığını
anlatıyor. Yazmanın nasıl yalnız bir eylem olduğunu ve giderek yazarı
yalnızlaştırdığının altını çiziyor. Kendi yazarlık serüveninde yaşamın
getirdiklerinin etkilerini, karakterlerinin nasıl doğup, büyüyüp, kendi
başlarına birer kişilik olduklarını ve zaman zaman eski bir tanıdık gibi
karşına dikildiklerinden bahsediyor. Kendini örnekleyerek, yazanlara çok
değerli ipuçlarıyla bezenmiş kitabın bu bölümü.
“Hep kendimizi yazarız aslında.
Ben çocukluk günlerimi, o günlere karışmış insanları, evleri, yerleri,
bu güne kadar fazlasıyla yazdım. Ağda Zamanı’nda, Ölü Erkek Kuşlar’da, İçimden
Kuşlar Göçüyor’da Hiçbir Aşk Hiçbir Ölüm’de anlattım. Dikkatli bir araştırmacı
ilerde bunları eleyip ayıklayabilir ama bu pek kolay olmaz. Bir dedektif gibi
iz sürmesi gerekir. Çünkü yaşam gerçeği yazınsal gerçeğe dönüşür, evrilirken
kimlik, kılık hatta cinsiyet değiştirir ve yazarın hayatı orada önemsiz bir
dipnot gibi görünebilir.”
İkinci bölümde yazar olmak ve
olabilmek hakkında uyarıları var. İlk uyarı bu sürecin uzun ve zor olduğu. Bu
uzun yolda elinizde tuttuğunuz kitap rehber olabilir. Öncelikle yazar olmanın
yetenekle ilişkisini anlatıyor Aral. Yetenek kadar gerekli olanın yazmaya ve okumaya
tutkuyla bağlı olmak, çalışmak olduğunun altını çiziyor. Yazmanın kişinin kendini
gerçekleştirme çabası içinde yalnız ve edilgen bir süreç olmakla birlikte onu
özgürleştirdiğini ama düşüşlerin sert olabileceğini söylüyor. Yazar adayının
hayalindeki bu mesleğin gerçeklerini anlatıyor kısaca. İyi bir romanın
niteliklerinden, bir roman kahramanı yaratma sürecinden, hayat ve roman
ilişkisinden bahsederken yazarın kişisel birikiminin önemiyle birlikte kendine
saplanıp kalmaması gerektiğini de vurguluyor. Yazarın neyi, neden ve nasıl
yazması gerektiği sorularının cevaplarını bulmakla işe başlaması gerektiğini
söylüyor. Ve diyor ki:
“Her türlü yazma girişimi kesinlikle okumayla bütünlenir. Okumayla
yazma arasındaki diyalektik ilişki moral cesaretin temelidir. Yazmak isteyen,
sürekli, bıkmadan, tutkuyla, yutarcasına okumak zorundadır. Sistematik düşünme
yetisine ve ayıklayıcı belleğe böyle sahip olur, sözün sınırsızlığını ve
edebiyatın anlamlar zenginliğini ancak böyle öğreniriz.”
Ve son bölümün başında kitaplarla
ilişkisini şöyle tanımlıyor İnci Aral: “Ateşli,
derin, vazgeçilmez bir ilişki bu.” İşte bu vazgeçilmezlerinden de bir tutam
seriyor gözümüzün önüne. Kendi başucu kitaplarının bazılarının isimlerini
veriyor: Sebastian Knight’ın Gerçek Yaşamı, Hadriyanus’un Anıları, Türkü
Söylüyor Otlar, Dalgalar, Malina, Ayrılıktan Sonra, Kapanda Üç Kaplan, Ses ve
Öfke, Abdülhamit Düşerken, Sahnenin Dışındakiler, Üç İstanbul, ve daha pek çok
kitap var listesinde. Beğendiği,
okunmasını önerdiği yazarlar ve eserleri kendi bakış açısıyla, bir yazar
duyarlılığıyla yorumluyor, eleştiriyor, öneriyor, genç yazarlara ve okuruna yol
çiziyor. Kitabın en son sonunda ise bu serüvende yükünü çeken ellerine saygı
duruşunda bulunuyor. Ben de sözümü kitabın son tümceleriyle bitirmek istiyorum.
“Yazan ellerim. Yazan mahzun ellerim ki hiç kimse onlar kadar
bilmemiştir yazmanın umarsız yalnızlığını…”
Yorumlar
Yorum Gönder