Günlüğüm - 9


İstanbul yıllardır böyle karlı günlere açmıyor gözünü. Yedi yaşındaki oğlum kartopu oynamanın hasretiyle büyüdü neredeyse. Bana geçmişi ve yitirdiklerimi hatırlattı bu yıl kar. Akşam eve dönerken önünden geçtiğim küçük parkı aydınlatan sarı sokak lambasının altında seyrettim gökten düşen beyaz kristalleri. Yirmi beş yıl önce de şehir böyle teslim olmuştu doğaya. Okullar tatildi, iş yerleri yarım mesai ile çalışıyordu. Çok uzun süre yaptığımız kardan adamlar bile erimedi. Otomobillerin giremediği sokaklarda gönlünce oynamıştık. Leğenlerin içinde hafifçe yokuş olan sokağın başından sonuna kayıp en sonundaki tümseğe gelince üst üste devrilmiştik mutlulukla. Bir kaç fotoğraf var o günlerden kalan. Baktım, yirmi iki gülen yüz saydım. Yorulmaz, acıkmaz ancak ıslanan eldivenlerimizin içinde ellerimiz sızlamaya başlayınca ağlayarak girerdik eve. Ve bir kaç saat sonra duyduğumuz ilk sesle, ilk kahkahayla karların arasına düşüverirdik. Erenköy'de oturuyorduk o zaman. Her sokakta en az bir köşk ya da müstakil ev bulunurdu. Şimdiki gibi bir avuç parklarda değil, asırlık ağaçların altında oynardık.  O fotoğraftan kimse kalmamış yaşamımda. Kimiyle mesafeler ayırmış bizi kimiyle aramıza mesafe girmiş. Büyümüşüz işte, savrulmuşuz. Her bir kar tanesi gibi başka yerlere konmuşuz.
Artık sokakta oynayan çocuklar yok. Elleri sızlamıyor soğuktan. Saatlerce kartopu oynamak, leğenle kaymak nedir bilmiyorlar. Tek bildikleri daha doğrusu Amerikan filmlerinden öğrendikleri kara yatıp kollarını açarak "kar meleği" yapmak. Anne babalarına bir kaç kartopu atıp sonra uslu uslu yürüyüşe çıkmak. Galiba her kar yağdığında bizim duyduğumuz o çocukça sevinci onlar duymayacak büyüdüklerinde. Kar yağıyor ama eskisi gibi yağmıyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Okumak ya da Okumamak: "Kayıp Zamanın İzinde"

Cenk Hikayeleri - Murathan Mungan

Bir Ölünün Defteri - Halid Ziya Uşaklıgil