Hakkı İnanç Söyleşisi


29 Nisan 2013 Pazartesi, 09:19:47Güncelleme: 09:23:56
'Hayata edebiyat sayesinde tutundum'Sonra Oku
Ümran Avcı - uavci@htgazete.com.tr

Fotoğraf: Ayhan Yıldız

Edebiyat dünyasına beş yıl önce adım atanHakkı İnanç'ın kaleme aldığı hikayeler Orhan Kemal, Yaşar Nabi Nayır, Ümit Kaftancıoğlu gibi pek çok öykü yarışmasında ödül aldı. İlk kitabı "Bozuk" ise 2013 Selçuk Baran Öykü Ödülü'nü alarak okurla buluştu. Hakkı İnanç ile anne ve babasının ölümüyle şekillenen ve onu edebiyata yönlendiren yaşamını, öyküleri ve ödüllerini konuştuk...
Edebiyat dünyasının genç simalarından olmasına ve edebiyatla geç tanışmasına rağmen 14 ödülle sanat dünyasında yer bulan Hakkı İnanç, "Beni hayata bağlayan şey yazı. O ip koptuğunda ben de hayattan kopacağım" diyor.

- Yaş 29 ve beş yıl önce yazmaya başladığınız hikayelerden çok ödül geldi? Kaç ödül aldınız?

14 ödülüm var. Başlarken hiç beklemiyordum bu ödülleri. Marmara Üniversitesi'nde işletme okuyordum fakat okuduğum bölümle ilgili bir şey yapmak istemediğimi anladım. Sanat dallarına yöneldim. önce gitar çalmayı sonra başka dalları denedim olmadı. Üretken yanımı ortaya çıkarabilir diye reklamcılık denedim. Özel bir akademiye kaydoldum. Oradaki ilk haftamda o işi de yapmak istemediğimi anladım. Fakat şöyle bir şey oldu; çocuk kitaplarıyla bildiğimiz Bilgin Adalı ile tanıştım. Yaratıcı yazarlığın ilk dersinde duvar üzerine bir yazı yazmamızı istedi. Kahramanı duvar olan bir öykü yazmıştım. Ertesi gün 'Hakkı İnanç hanginiz?' dedi. Anlıyorlar demek ki kumaştan. Bana çok destek oldu, yazmaya başladım. Tutunacak bir şey arıyordum ve Bilgin Adalı sayesinde öyküye tutunmuş oldum.

- Edebiyata tutundum dediniz ya, edebiyat nasıl bir güç verdi?

Edebiyatla tanışmam çok geç oldu. 24 yaşımda yazmaya başladım. Siyasi kitaplar, komplo teorileri okuyordum. Edebiyatla çok yakınlaşamamıştım. Bilgin Hoca bize Sevgi Soysal'ın Tante Rosa'sını almamızı söyledi. Kitabı ilk okuduğumda hiç beğenmedim, ne kadar basit bunlar dedim. Düşünün, hiçbir şey bilmiyor, anlamıyorum. Aynı kitabı bir de yazının içine girmeye başladıktan sonra okudum. O kadar utandım ki anlatamam. Edebiyat iyileştiriyor. Edebiyat sayesinde insanlara kendimi değil de, insanları kendime anlatıyorum. Çünkü insanlara kendinizi anlatmaya çalışmak biraz daha zor oluyor. Daha çok anlamak için kullanıyorum edebiyatı. Beni hayata bağlayan şey yazı. O ip koptuğunda sanıyorum ben de kopacağım. Yazı artık kalbimin ortasına oturdu ve oradan çıkması mümkün değil. Çıkarsa, kalbimle birlikte çıkacak oradan. Yazıya böyle bağlıyım.

YAZDIKÇA İYİLEŞTİM

- "Böyle" hikayesinde ve "Öl" öyküsünde ortak bir soru var: "Neden sen böylesin?" Bu soru sizin karşınıza da çıkmış mıydı?

Çıkmaz olur mu? 14 yaşımdan beri anneannemle yaşıyorum. Babam kalp krizinden, annem Akdeniz ateşi denilen bir rahatsızlıktan vefat etti. Babam öldüğünde 9, annem öldüğünde 14 yaşımdaydım. Annemin ölümünden sonra anneannemle yaşamaya başladım. Yaşadığım olaylara rağmen çok başarılı bir öğrenci oldum hep. Annem öldüğünde ergenliğin göbeğindeydim ve yas tutmamayı tercih ettim. Daha doğrusu bu şekilde gelişti. Kabullenemedim ve içime bastırmaya çalıştım. Bunu bastırmaya çalıştıkça içimde birikti ve anlatamadığım bir şey oluştu. Gitgide içime kapanmaya başladım. Üniversite çağında ortaya çıktı ve kafamı hiçbir şeye yormaz, hiçbir şeyi sallamaz oldum. Daha sonra anladım ki yasımı tutmamışım. Geleceğe dair bir plan yapmamışım. O yaşıma kadar sürekli bir şey bastırmakla geçmiş ömrüm Bunu kavradıktan sonra hayata daha farklı bir gözle bakmaya başladım. Hayatıma edebiyatın dahil olmasıyla birlikte de yazdıkça iyileştim, iyileştim, iyileştim. Yazdıkça irinimi attım. Başa dönersek, babaannem de bana, "Senden adam olmayacak" derdi.

- İlk bölümde öyküler birbirine bağlanmış. Bir karakter, hikayesiyle birlikte bir başka öyküde çıkıyor karşımıza.

Aslında pek taraftar değilim öykülerin birbirine bağlanmaktan çünkü roman okurunu çalmak gibi geliyor biraz. Onlara hitap etmek için yapılıyor. Bunun karşısındayım da peki neden yaptım? Çünkü böyle birdenbire geldi ve buna engel olmadım.

- Öykülerde kadınlık hallerini çok iyi analiz etmişsiniz. Kadın duyguları, kadınların refkleksleri ve düşünce sistematiğini çok iyi gözlemlemişsiniz.

Anneannemle büyüdüğüm, teyzeler de vardı etrafımda. Onlar bana kol kanat gerdiler. Yazı masamın üzerinde tavladan, tespihten, spor gazetesinden çok dikiş nakış dergisi, kısır, tığ gibi daha kadınsı şeyler var. Yazarken de bunlar işliyor. Ne görüyorsanız biraz onu yazıyorsunuz aslında. Hiçbir zaman kendimi erkeklere daha yakın hissetmedim. Her zaman kadınlarla daha iyi anlaştım. Çünkü kadınlar arasında büyüdüm ama bunu bir sorun haline getirmedim.

- Geçmişte hayatımıza giren davranış şekilleri ve alışkanlıklar da dikkat çekici şekilde detaylandırılmış.

Özleyerek de bir şeyleri var ediyorsunuz içinizde. Bazı şeyleri anımsamaya çalıştıkça var ediyorsunuz ve onlar bir şekilde etinize dikiliyorlar. Özellikle annem ve anneannemle ilgili şeyler. Çünkü anneannemde annemi aradım. Onlar öykülerime çok yansıyor.

- "Önyargılar Önden" hikayenizde önyargıları irdelemişsiniz. Edebiyat ve sanatla uğraşan kesimde önyargıları daha mı törpülenmiştir?

Böyle diyemeyiz ama önyargıların törpülenmiş olması gerekir. Bunu yapacak insanın önce vicdanının olması gerekir. Ama baktığımızda çok fazla vicdansız insanda var. Ben onların yaptıklarına edebiyat ürünü ya da sanat eseri demiyorum. Diyemiyorum ama diyenler var ne yazık ki.

- Edebiyat dünyasına dönük ne umdunuz, ne buldunuz?

Başlarken aslında kitap çıkarma düşüncem yoktı. Öykü yazmak bana iyi geliyor ve anlamamı sağlıyordu. Daha sonra yarışmalara katıldım çünkü öykü yazmak için evime kapamıştım ve paraya ihtiyacım vardı. Açıkça söyleyeyim, yarışmaların birçoğuna para ödülü için katıldım. Ama öykülerimi sınamak için katıldıklarım da oldu. Böyle böyle, yavaş yavaş edebiyat dünyasının içine girmeye başladım ama içine girmeye başladım sandığımda da dışındaymışım. Bunu dosya gönderdiğim yayınevleriyle tanışma sürecinde anladım. Sürekli red cevabı almaya başladım. "Dosyanızı yayımlayamıyoruz". Bu kadar kısa olmamalı yanıtlar. En azından 'Şu öykünüzün şu bölümü güzeldi, bu yoldan yazarsanız...' gibi yanıtlar olmalı. Bunu söylediğinizde editörler, ‘Bize ayda yüz tane dosya geliyor hangisine cevap yazalım?' diyorlar. Bir cümle yerine iki cümle yazamaz mısınız? Bunu yazmak çok zor değil. Yazarı mutlu edecek, destekleyecek, insancıl bir şey yapamaz mısınız? Edebiyat ve sanatla uğraşan insan zaten kırılgandır. Bunun içinde olan insanın da bunu görmesi gerekir. Benim tutunacak başka bir şeyim olsaydı belki ben de yazmayı bırakacaktım.

- Bu ilk kitabınız ama sanırım öykülerinizin sayısı çok fazla

Evet çok öyküm var ama çöpte olan çok öyküm de var. Öyküyü yazdığım an hayran oluyorum ona. Daha sonra kapatıyorum, bazen birkaç saat sonra, bazen bir iki gün sonra dönüyorum ve 'bu çöp' diyorum. Daha iyi olabilmek için bunu diyebilmek gerekiyor. Bir süre sonra öyküye sevgiyle değil de silgiyle yaklaşmanız gerekiyor.

KAYBETTİKLERİME ÖYKÜ OKUYACAĞIM

- Yazmaktan başka profesyonel bir iş yapıyor musunuz?

Bir buçuk senedir takı yapıyorum çünkü yazarak geçinmek mümkün değildi. Geçen yaz Bodrum'a teyzemin yanına gitmiştim. 'Bizimle takı yap' dediler. 'Siz bırakın, ben kendi kendime yaparım' dedim. Biraz baktım nasıl yapıyorlar diye. Öyküyü de öyle el yordamıyla öğrendim. Bir süre sonra takılara da bir hikaye kattığımı fark ettim. İnsanlar 'Ne kadar farklı' demeye başladılar ki, bunu duyduğumda henüz 15 – 20 gündür takı yapıyordum.

- Ve beş yılın sonunda kitabınız yayımlandı. ‘Annem babam da görseydi keşke' demişsinizdir mutlaka.

Giresun'da aile mezarlığımız var ve orası öyle bir yer ki; girdiğim an toprağın altında daha çok sevdiğim var diyorum. O kadar çok sevdiğim insanı kaybettim ki. Onların bu kitabı görmemiş olması çok fazla acıtıyor canımı. Onları, bu kitaptaki öykülerde ufak ufak andım. Dönünce gidip mezarlıkta bir ağacın altına oturup onlara kitabımı okumak istiyorum. Herkes dua okur, ben öykülerimi okuyacağım kaybettiklerime...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Okumak ya da Okumamak: "Kayıp Zamanın İzinde"

Cenk Hikayeleri - Murathan Mungan

Bir Ölünün Defteri - Halid Ziya Uşaklıgil