Günlüğüm - 48






Bir Ada Hikayesi...
Sosyal medyada da birlikteysek eğer belki birkaç fotoğrafa rastlamışsınızdır. Geçen hafta eli kalem tutan arkadaşlarımla birlikte Gökçeada'daydık. Hep gitmek isteyip de gidemediğim bir yerdi. Tatil fikri ortaya çıktığında da ilk aklıma düşen yer oldu. Bu güzel, sakin ve gülümseyen adayla ilgili pek çok gezi yazısı, tanıtım sitesi falan bulabilirsiniz. Böyle şeyler yazmaya niyetim yok benim. Ben bu adaya ait duygularımı, algılarımı anlatmak istiyorum.

Adaya giderken bindiğimiz feribotta rastladığımız bir afiş bize güzel bir tatil geçireceğimizi haber verir gibiydi. Kitap okunan ve kütüphanesi olan bir feribota binmişiz :)
Adaya yaklaşırken heyecandan yerimizde duramıyorduk. Adaya indiğimizde kiralamayı düşündüğümüz araba ise çoktan başkaları tarafından kiralanmıştı. Araç kiralayabileceğimiz üç ofisten de eli boş dönünce moralimiz düzelsin diye güzel bir ada kahvaltısı yaptık. Sonra taksi şoförü Tarık Bey'le tanıştık, istediğimiz yere taşıdı durdu bizi. Tarık Bey Sivas'tan göçmüş bu adaya. Neden Gökçeada, diye sormadan edemedim elbette... İyi burası dedi, sakin, fazla bir şeye ihtiyaç yok.
Ada sokaklarında hareket var; özel otomobiller, dolmuşlar, taksiler, yayalar, hayvanlar... Ama kimse bağırmıyor, sokaklara taşan müzik sesi yok ve en önemlisi korna sesi hiç yok... Yanlış okumadınız korna çalmıyor şoförler... Sanırım 2011 yılında aldığı dünyanın ilk (Cittaslow) sakin adası olmasının da etkisi var bu durumda. Her yerden mis gibi dibek kahve kokusu geliyor. Büyüleyici Gökçeada'ya gelme amaçlarımızdan biri de yazmak ve okumaktı. Her gün bir bazen iki öykü okuduk, ustalardan. Üzerlerinde konuştuk... Yazmak istedik ama yazamadık, yazmaya fırsat bulamadık, bir kaç güne sığmayacak kadar büyüktü adanın büyüsü. Ve dedik ki bir ada hikayesi yazalım en kısa zamanda.


Sıra eski Rum köylerini dolaşmaya geldiğinde Zeytinli ve Bademli'yi gezerken kendimi Yunanistan'ın küçük bir köyünde hissettim. Ada sakinlerinin torunları geri dönmüşler, kültürlerine sahip çıkmışlar, adalarına, köylerine, evlerine... Bazılarından fotoğrafımızı çekmesini rica ettik, muhabbete vesile oldu. Nereden geldiğimizi sordular. İstanbul deyince, bir ahhh döküldü ki dillerinden sormayın. Kimi Pera'yı sordu, kimi Moda'yı...



Tepeköy ve Dereköy de ise bir hüzün ...
Tepeköy'de meydandaki kahveye Nico'ya uğradığımızda şehirli olduğumuzu hemen belli ettik. Utandık da kendimizden. Durun, bir nefes alın, bir fincan kahve, bir yudum su için, diyerek uyardı bizi. Kendimize geldik. Bir kaç Rum aile ve bir de Türk aile varmış köyde yaşayan. Elbette sadece yaz aylarında. C. ile tanıştık burada Gökçeada'nın bilinmeyen tarihini anlattı bize. İnsan kokan hüzünlü hikayelerdi... Sözcüklerde yaşatmak üzere yanımıza aldık onları da.
Hele Dereköy'de karşılaştığım kimsesizlik hali, tası tarağı toplayıp yerleşeyim hissi verdi bana. Bir zamanlar Türkiye'nin en büyük köyü olan Dereköy'de yaşayan Dina Teyze hala anıyor o günleri. Eskiden en güzel kızların Dereköy'de olduğunu söylüyor, çünkü kızların çoğu zaten oradaymış ya... Adanın bütün delikanlıları Rum da Türk de fark etmez Dereköy'deki düğünleri kollarlarmış. Ancak o aman görürlermiş adanın bütün kızlarını; giyinip süslenip düğüne giderlermiş.

Yolunuz bu köye düştüğünde arayın bulun ve Halaka Köy Evi'ne gidip Şule Hanım'ın kahvesini için. O da göçenlerden ama şehirden kaçıp adaya doğru. Jülyet ile tanışmayı da ihmal etmeyin sakın, gözleri görmese de patileriyle yoklaya yoklaya buluyor yolunu evden kaçmanın.



Egenin en güzel adalarından birine gittiğimizde elbette tekne turu da yaptık, plajlarından denize de girdik. Yediğimiz içtiğimiz yanımıza kar kaldı. Hepsi çok güzeldi ama benim en çok hoşuma giden sokaklarda, caddelerde bir anda karşınıza çıkan koyunlar, keçiler ve hatta asırlık çınarların altında dinlenirken gelip önümüzden su içenlerdi... Siz de için adanın bütün çeşmelerden buz gibi, kana kana...

Unutmadan... Elbette Kaleköy... Hediyelik almak isterseniz bu tezgaha da uğramadan geçmeyin derim :))





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Okumak ya da Okumamak: "Kayıp Zamanın İzinde"

Bir Ölünün Defteri - Halid Ziya Uşaklıgil

Cenk Hikayeleri - Murathan Mungan