Pek de Umurumda Değil Kapının Üzerinde Unuttuğum Anahtar




Evde unutkan olduğuma dair bir söylenti dolaşıyor. Oysa söyledikleri gibi unutkan olmadığıma eminim. Hatta şöyle bir varsayımım da var; bana unutkan diyenler, söylediklerini sandıkları şeyi akıllarından geçirip de söylemeyi unuttukları için, böyle asılsız bir söylenti yayıyorlar kulaktan kulağa. Evet, kesinlikle haklı olduğumu biliyorum. Üstelik benim için önemli olan hiçbir şeyi unutmuyorum.  Neden mi bu kadar önemli? Çünkü unutmaktan korkuyorum.
“Unutmak; bir mezar kazmak, unutulması gerekenleri oraya gömmek ve üstüne işaret koymamaktır…” (1)
İnsanın en büyük felaketi nedir, diye sorsalar “unutmak” derim. Ben o hastalıktan, unutma hastalığından bahsetmiyorum. Başka bir unutma benim kastettiğim. Unuta unuta yaşamın içinden sıyrılıp başa dönmek, hiçbir şey olmamış gibi yeniden aynı yolu yürümek.
“Gelecek kimsenin umurunda olmayan, ilgisiz bir boşluktur, geçmiş ise yaşam doludur, kızdırır, başkaldırtır, yaralar, o kadar ki, bu yüzden onu yok etmek ya da yeniden yaratmak isteriz. Geleceğe egemen olmak istemenin nedeni, geçmişi değiştirecek güce sahip olmaktan başka bir şey değildir.”(2)
Aslında sözlüğün beşinci anlamındaki unutmaktan bahsediyorum. Hani Facebook zaman zaman “anılarını hatırla” diyor ya. İşte öyle bir unutmadan korkuyorum ben. Yoksa pek de umurumda değil kapının üzerinde unuttuğum anahtar, telefonumu en son nerede bıraktığım, markete gidip almadan geldiğim peynir. Unutmamam gereken başka şeyler var benim; ardımda bıraktığım ayak izlerim, hep yanımda taşıdığım yüzlerim, yüreğimdeki çizikler.
"...yavaşlığın düzeyi anının yoğunluğuyla doğru orantılıdır; hızın düzeyi unutmanın yoğunluğuyla doğru orantılıdır. Yavaşlıkla anımsama, hız ile unutma arasında gizli bir ilişki vardır. Bir şey anımsamak isteyen kimse yürüyüşünü yavaşlatır. Buna karşılık, az önce yaşadığı kötü bir olayı unutmaya çalışan insan elinde olmadan yürüyüşünü hızlandırır..."(3)
Bugüne kadar kat ettiğim yollarda çok şey öğrendim. İnsanı tanıdım, kendimi tanıdım, acı çekmeyi ve üstesinden gelmeyi öğrendim, düştüm ve kalkıp yaramı beremi temizleyip yeniden yürümenin ne kadar meşakkatli ama mutluluk verici olduğunu öğrendim, doya doya gülmeyi öğrendim, gerçekten sevmeyi öğrendim, dost olmayı öğrendim, dostluğun kazanılamadığını ama kaybedildiğini öğrendim, daha sayabileceğim o kadar çok şey var ki öğrendiğim. Hızla akıp giden zaman, değişen yaşam ritmimiz ya tüm bunları unutturursa bana.
“UNUTMAK: İnsan her gün gördüğü yüzler arasından bir yüzü seçip unutmak isterse, bir varlığın, içine işleyen duygusundan sıyrılmaya çalışırsa başarısızlığa uğrar, o yüzü ve o varlığı çevreleyen her şeyi, sesinin ulaştığı, titreştiği genişliği, bakışlarının derinliğini, gezip dolaştığı yerleri, gidebileceği uzaklıkları, sığdığı ve taştığı her şeyi unutması gerekir. Unutmak, insan için bütün bir zamanı unutmakla olanaklıdır. Bir bakışı unutmak istediğimizde, büyük bir yitimi göze almak zorundayız. Ancak böyle bir yitimin neden olacağı yıkımın altından kalkabilirse, insanın yeni bir yaşamı olabilir ve insan bu yeni yaşamına çok derin bir bilgiyle, kaybın bilgisiyle sahip olur.” (4)

Güzellikleri, çirkinlikleri, iyilikleri, kötülükleriyle insana sadece insan olarak bakmayı başarabildiğimi sanıyorum. Çok kızdığım, sinirden köpürüp durduğum hatta kafamın içindeki küçük şeytanların sürekli kötü şeyler fısıldadıkları zamanlarda bile, içimden “ciyaaak” diye bağırdığım anlarda bile karşımdakinin insan olduğunu, canının yanabileceğini, parmağı kesilirse kan akacağını, evde onu bekleyen hatta özleyen birilerinin olabileceğini duyumsuyorum. Kendimle ilgili bilmediğim ne çok şey olduğunu, ruhumu, bedenimi, zihnimi her gün yeniden keşfetmenin ne büyük bir keyif olduğunu fark ediyorum aynamda. Bazen kendimi kandırmak için hileler yaparken yakalıyorum kendimi. Ayıplıyorum müstehzi bir gülümsemeyle. Düşmelerim, can kırıklarım, yaralarım var, belki daha da artacaklar günlerin getirdiğiyle. Babam, bir yerimi yaraladığımda gözyaşlarımı silip “buradan akıl girdi, tecrübe girdi,” derdi. Şimdi nasıl vazgeçerim bana aklımı, hayata nasıl bakmam gerektiğini öğreten o acılardan.

“Kötü kalplilerden, yalancı, çıkarcı, paragöz, lafazan ama boş kafalılardan, ya da kafası yalnızca kurnazlığa işleyenlerden uzak durmayı düşe kalka öğrendim. Övüngenlere kayıtsız kalmayı, sahte aşklara tepeden bakmayı, içtenliğimi kötüye kullanmaya kalkışanları reddetmeyi kendime, kalbime sadık kalarak başardım.”(5)

İlmek ilmek dokuduğum, yumuşacık battaniye gibi sarındığım dostumu kaybettiğimde ıssız bir iklime düşen ruhum dayanır mı aynı kuraklığa, yalnızlığa. Yolda rastladığım kıvırcık saçlı, kara gözlü kadına gülümsediğim de, yüzünün nasıl aydınlanacağını, yanımdan geçip gitmeden şaşkınca selam vermeye çalışırken beni nereden tanıdığını düşüneceğini anımsayamazsam, nereden bulurum puslu sabahlara katlanma sebebini. Ya nasıl sevdiğimi, ne çok sevebileceğimi unutursam…

“Ellerime sarılır beni bir gün unutacaksan bir gün bırakıp gideceksen boşuna yorma derdi boş yere mağaramdan çıkarma beni alışkanlıklarımı özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme boşuna tedirgin etme beni bu sefer geride bir şey bırakmadım tasımı tarağımı topladım geldim neyim var neyim yoksa ortaya döktüm beni bırakırsan sudan çıkmış balığa dönerim”(6)
Ya da unutmalı mı, unutmak en doğrusu mu? Unutmadan yaşanmaz mı? Unutamazsak, hep aynı acıyla, hep aynı sevinçle yaşamak zor olmaz mı? Yormaz mı bizi, yaşam karşısında tükenmez miyiz? Unutmak ya da unutmamak… Hangisi daha iyi, bir seçim şansımız var mı? Neyi unutmalı ya da unutulmaması gereken nedir?  Ah, belki de bu yazıyı silip tamamen unutmalı :)


Bu yazının konukları:
(1) İnci Aral – Unutmak
(2) Milan Kundera - Gülüşün ve Unutuşun Kitabı
(3) Milan Kundera - Yavaşlık
(4) Latife Tekin – Unutma Bahçesi
(5) İnci Aral - Unutmak
(6) Oğuz Atay – Tutunamayanlar


Bu yazının sesi:
Norah Jones, The Fall

---------------------------------------------------------------------
En sevdiğim sözlük bu kelime (unutmak) için diyor ki: 
1.Aklında kalmamak, iradesi dışında hatırından çıkmak; 
2.Bir şeyi dalgınlıkla bir yerde bırakmak; 
3.Yapması veya söylemesi gerektiği halde dalgınlık veya ilgisizlik sebebiyle üstünde durmadan geçmek; 
4.Yaptığı bir şeyi zamanla artık yapamaz olmak, bir duyguyu eskisi gibi tadamaz olmak; 
5.Artık düşünmez, hatırlamaz olmak, ihmal edip terk etmek.


*Bu yazının ilk hali Vagon Dergi'nin,Ekim 2016 sayısında yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Okumak ya da Okumamak: "Kayıp Zamanın İzinde"

Cenk Hikayeleri - Murathan Mungan

Bir Ölünün Defteri - Halid Ziya Uşaklıgil