Kartpostal Zamanı


Bir kaç gün önce Kadıköy'de çarşıyı dolaştım. Çocukluğumdan beri en keyif aldığım gezme türlerinden biridir şehrin çarşılarını dolaşmak. Yeni moda alışveriş merkezlerini de seviyorum ama çarşılarda dolaşmak, esnafla muhabbet etmek, kıyıda köşede kalmış dükkanlarda beni şaşırtan şeyler bulmak, satılığa çıkmış eski eşyaların gıcırtılarını duymak, sokakta olmak, çok daha hayattan, damardan bir durum. İşte bu arada daracık bir sokakta yerde eski dergi, kitap satan bir amcanın tezgahında gördüm onları; ucu kıvrılmış, sararmış, kimi hiç kullanılmadan düşmüş tezgaha, kimi kimbilir hangi dolabın, kitabın arasından savrulup gelmiş... Bir sürü kartpostal...
O zaman bir kez daha fark ettim uzun zaman önce hayatımızdan sessizce çekip gitmiş olduklarını. Uzun zaman diyorum, ki bir yıl bile uzun zaman sayılıyor artık geri gelmeyecek olanlar için.
Kadıköy'de postanenin duvarına dizerlerdi sıra sıra, Şişli'de camiinin duvarı boydan boya kartpostala boyanırdı bayram ve yılbaşı öncesi. Bayılırdım her bayram ve yeni yıl zamanı bir sürü kartpostal alıp da arkasına fiyakalı cümleler yazmaya... Kime göndereceğim ki bir kaç gün sonra aynı sınıfta buluşacağım arkadaşlarıma ya da zaten ellerini öpmeğe gideceğim dayıma, amcama... Olsun, benim için önemliydi.
Çocukken babamı görürdüm. Aldığı bir sürü kartpostalı yemek masasının üzerine yayar, daha önceden bir müsveddeye yazmış olduğu tebrik cümlesini özene bezene kartpostalın arkasına yazar ve mürekkebin kuruması için havada bir kaç kez sallayıp zarfa yerleştirirdi. Babam uzun süre Anadolu'nun çeşitli yerlerinde çalışmıştı, tebrik göndereceği çok eşi dostu vardı. Ve en önemlisi bayrama ya da yılbaşına bir kaç gün kala babama gelmeye başlayan kartpostallardı... Postacının yolunu gözlemeye başlardım, sanki bana gönderiliyormuş gibi. Nereden geldiği, nasıl bir kartpostal seçildiği önemliydi benim için. Bayamlarda gelenler çoğunlukla çiçek, geldiği şehrin manzarası ya da dini fotoğraflı olurdu. Yılbaşında gelenler de ise genellikle şehrin karlı bir manzarası ya da noel baba, kardan adam, karlı bir köy grafikleriyle süslenmiş olurdu. Hele üzerinde simler de varsa bayılırdım. Simli kartları gönderen kişiye içinden teşekkürler sıralardım. Çünkü evimize gelen bu kartpostallar kısa bir süre babam tarafından saklanır gerekirse cevap yazılır sonra bana teslim edilirdi. Ben evin değerbilir kızı olarak onları koleksiyonuma katar, teneke kutuma özenle yerleştirirdim. Zaman zaman kendim de yeni çıkan daha önce görmediğim ya da çok beğendiğim kartpostalları alır, onları kimseye göndermeye kıyamadığım için bu koleksiyona doğrudan dahil ederdim. Biraz daha büyüyünce onları konularına göre birer albüme yerleştirip koleksiyonumu da seyirlik hale getirdim. Sonra ne olduğunu bilmiyorum. Benim koleksiyonum kartpostalların sırra kade basmasından çok daha önce yok oldu.
Keşke kalsaydı kartpostallar hayatımızda, neşeyle, renk renk seçip, arkalarına güzel cümleler yazsaydık ve postalasaydık. Gönderdiğimiz kişiye, önemsendiğini, hatırlandığını, sevildiğini küçücük bir kartpostalla anlatmış olurduk. Şimdi yaptığımız gibi telefon rehberindeki ya da adres defterindeki herkese internetten bulunmuş beylik bir dörtlüğü bir kaç saniye içinde göndermek kime ne duygu verebilir ki... O mesajı alan herkes özel olmadığını biliyor ve kendisi de özel olmayan bu davranışın aynını yapıyor. :(
Ne diyelim hayat böyle akıp gidiyor, evriliyor, devriliyor, bazen iyi, bazen kötü...
10.12.2010

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Okumak ya da Okumamak: "Kayıp Zamanın İzinde"

Cenk Hikayeleri - Murathan Mungan

Bir Ölünün Defteri - Halid Ziya Uşaklıgil