Amak-ı Hayal - Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi


Filibeli Ahmet Hilmi Efendi’nin Hayalin Derinlikleri ismini verdiği eserinden bahsetmeden önce yazarın kendisinden bahsetmek gerekir bence.  Bir konsolosun oğlu olan Ahmet Hilmi Bey Galatasaray Lisesi’ndeki öğrenimini tamamlayınca Duyun-u Umumiye ’de çalışmaya başlar ancak siyasi sebeplerle gönderildiği Beyrut’tan Mısır’a kaçar. Orada Çaylak adında bir mizah dergisi çıkarmaya başlar. Fırsat bulur bulmaz İstanbul’a döner ancak yakalanıp Fizan’a sürülür. Meşrutiyet’in ilanıyla tekrar İstanbul’a döner ve İttihat-i İslam adında bir haftalık gazete çıkarır. Gazete uzun süre dayanamaz. Ahmet Hilmi Bey İkdam ve Tasvir-i Efkar gazetelerinde yazılar yazar. Ayni yıl Hikmet Gazetesi’ni çıkarır. Daha sonra Hikmet Gazetesi de batınca bu kez Coşkun Kalemler adıyla bir mizah gazetesini haftalık olarak çıkarmaya başlar. Kırktan fazla eseri olduğu bilinmektedir. Ahmet Hilmi Efendi, İslam’da vahdet-i vücut felsefesine inanmış ve eserlerinde bunu vurgulamıştır.
Amak-ı Hayal Ahmet Hilmi Efendi’nin en ünlü eseridir.  Eserin önsözünde yazar şöyle diyor:
“Bu kitabı, hakikat arzusu ile dolu vicdanlar, hayatın sonu ile ilgili bahisleri seven insanlar, zevkle okuyabilirler. Bir asırdır, bu memleket ve bu millet hayli Raci’ler yetiştirdi. Ve daha birçokları yetişecektir.”
Kitabın kahramanı Raci, okumuş, küçük burjuva sınıfından biridir. Ancak hayatın gerçeklerini, varoluş amacını, inanma ihtiyacını giderecek bilgiyi aramaktadır sürekli. Bu arama sürecinde bir mezarlıkta karşısına Aynalı Baba çıkar. Aynalı Baba o güne dek gördüğü en garip insandır ama kâmil insan olduğunun farkına varır Raci. Aynalı Baba, Raci ile dostluk kurar ve muhabbet başlar. Önce birer fincan afyonlu kahve içilir ardından Raci kendisini felsefenin dehlizlerinde gezerken bulur. Raci’nin hayalleri her seferinde farklı inançları anlatan felsefe öyküleridir.
İlk öykü Yokluk Tepesi’nde, Raci Buda’yla karşılaşır ve onun öğütleriyle Yokluk Tepesine ulaşmaya çalışır. Ne yazık ki bunu başaramaz. Ama bu yolculuk onu heyecanlandırır ve sonraki hayal yolculuklarının başlangıcı olur.
İkinci öykü Zerdüşt, Hürmüz ile Ehrimen’in savaşını anlatır. Raci savaş alanında ve Hürmüz’ün ordusundadır. Ordular yenişemeyince pehlivanlar teke tek karşılaşmaya başlar. Raci’nin karşısına pehlivanların pehlivanı Nefs çıkmıştır. Sonunda Aşk Ejderhası gelir, o her şeyin üstündedir. İyi ile kötü de birbirlerine el uzatırlar.
Üçüncü öyküde Hindistan'da bir brahman olarak bulur kendini Raci. Rehber eşliğinde uzun bir yolculuğa çıkar ve evrenle bütünleşmeyi tecrübe eder.
Dördüncü öykü, mizahi bir dille Raci’nin içine düştüğü saçmalıklar silsilesini anlatır ki burada vurgulanmak istenen insanın gördüğü bildiği gerçekle, mutlak gerçeğin birbirinden ne kadar uzak olabileceği; insanın bildiği hakikatin mutlak gerçeğin ne kadar azına karşılık geldiğinin keşfidir.
Beşinci öyküde Raci Anka Kuşu ile yükselir, gökyüzüne hatta uzaya çıkar. Ve oradan izler insanı ve dünyayı.
Altıncı öyküde Bir Padişah oğludur ve halkını zalim ejderhanın elinden kurtarmak için Kaf Dağı’nda yaşayan Anka Kuşu ’nu bulmak üzere yola çıkar. Yolculuk yedi sene sürer. Yedi senenin sonunda Raci, ejderhanın sorusunun cevabını bulur ve halkını kurtarır. Elbette sır, âlemlerin tekâmülü ile nura doğru koşmalarıdır.
Yedinci öykünün başındaki küçücük bir öyküyü kısaca aktarmak bu bölümü anlatmaktan daha kolay olacak. Bu bölüm asıl büyüklüğün küçülüp yok olmak olduğunu anlatıyor. Ve Aynalı Baba ile Raci bu bölümün başında işte böyle muhabbet ediyor:
Bizim berber Hacı Molla’yı bilirsin. Kedisi doğurmuş. Hem de pamuk gibi beyaz ve pek sevimli bir yavru.” 
"Affedersiniz azizim. Hacı Molla’nın kedisinin doğurması neden bu kadar sevindiriyor sizi, pek anlayamadım.” 
“Hâlbuki mesele basit. Pamuk’un doğurması münasebetiyle biz de bu gün merasim yapacağız.”  
"Bu muhterem yavru için isim merasimi de yapılacak mı?"
"İsimi kondu. İnsanların yüz binlerce senedir söz icad etmelerine rağmen hala yeteri kadar kelime bulunmayışı ne tuhaf. Ananın ismi pamuk. Oğlunun ismi de pamuk olsa pek yeknesak olacaktı. Tam dört saat sohbet ettik. Kar, biraz soğuk düştü. Beyaz, tekrara pek uygun düşmedi. Sefit, Hacı Molla tarafından beğenilmedi. Ak, yavruyu çağırırken ördek sesi gibi çıkar sesim, diyerek Hacı Molla kızdı ve istemedi. Pembe, beyaz kediye kırmızı olmaz dendi. Nihayetinde yavrunun adını Zararsız koyduk.”
“Ve bir kedi yavrusuna isim merasimi yapıldı.”
Aynalı Baba Raci’ye şöyle açıkladı:“Azizim, insanlar mantıklı dediklerini, her dediklerini mantığa uydurmak için icat etmişlerdir. Şimdi sana desem ki falan yerin kralının bir oğlu dünyaya gelmiş. Millet eğlence yapıyor. Bu sözlere hiç hayret etmez ve belki de pek normal bulursun. Fakat bir düşün: Birincisi çocuğun yaşayıp yaşamayacağı belli değil. İkincisi, iyi adam olup olmayacağı belli değil. Üçüncüsü, insan olduğu için iyiden çok kötüye meyil edeceği ihtimali var. Dördüncüsü, kral oğlu olduğu için kibirli, bencil ve biraz cahil olması da muhtemel. Şimdi bu çocuk için eğlence yapılmasına ses çıkarmaz ve bunu makul bulurken Zararsız’ın dünyaya gelişi iki kişinin sevincine değmez mi?”
Sekizinci öyküde Raci ölümle yüzleşir ve dokuzuncu öykü büyük adamların mahfelinde beşeriyetin, saadetin anlamını sorgulamasıyla karşılaşırız.
Bundan sonra kitabın ikinci bölümü başlar. Raci Manisa Tımarhanesi’ndedir. Yakın arkadaşı Sami onun haline inanamaz. Mektuplarını okuruz. Daha sonra ortadan kaybolan Aynalı Baba’nın Raci’ye bıraktığı defterleri okuyan Raci’ye eşlik ederiz.
Kitabın nasıl sona erdiğini söylemek niyetinde değilim. Raci’nin hayallerinde ve Aynalı Baba’yla olan sohbetlerinde tasavvuf düşüncesi ve vahdet-i vücut kavramının ifadesi var; kitap bu amaçla yazılmış. Ancak ben edebiyat penceresinden baktığım zaman hiç de zorlanmadan biraz büyülü gerçeklik, biraz fantastik edebiyat izlerini görebiliyorum. Bu kitabı okuduğunuzda hem Doğu külliyatından önemli bir eseri, hem tasavvuf ve vahdet-i vücut felsefesinin önemli yapıtlarından birini, hem de pek çok büyülü gerçeklik ve fantastik türde öyküyü okumuş olacaksınız. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cenk Hikayeleri - Murathan Mungan

Okumak ya da Okumamak: "Kayıp Zamanın İzinde"

Bir Ölünün Defteri - Halid Ziya Uşaklıgil