Nasıl Geri Dönüleceğini Bilmiyorsan Sakın Kaybolma


Başlık Salman Rusdie'nin Geceyarısı Çocukları romanından alınmış bir cümle. Geçtiğimiz ay, yani 2020 yılını bitirmeden hemen önce Hint asıllı yazarların edebiyatlarını okuduk Gergedan Kitabevi'ndeki atölyede ve atölyenin de başlığı aynı cümleydi. Seçtiğim eserlerin ortak özelliği sömürge sonrası toplumsal travmalar üzerinden yazılmış romanlar olmasıydı. Hangi romanlar mı?


Geceyarısı Çocukları, Salman Rusdie
Küçük Şeylerin Tanrısı, Arundhati Roy
Taklitçiler, V.S. Naipaul
Kaybın Türküsü, Kiran Desai

Elbette her bir roman yakın tarihe dair bir fon içeriyor; Hindistan'ın bölünmesi, Pakistan'ın kuruluşu, Keşmir sorunu hakkında belki de farkında olmadığınız gerçeklerle karşılaşıyorsunuz. Hindistan mitolojisi hikȃyeler boyunca peşinizi bırakmıyor. Kendi adıma her zaman edebiyatın, hikȃye okumaktan ve anlatmaktan çok daha fazlası olduğunu düşünür ve söylerim. Okuduğumuz hikȃyeler sadece bu kadarla yetinmiyor, sömürge sonrası topluma ve bireye dair çok daha fazlasını anlatıyordu bize.

Sömürge sonrası edebiyatın en önemli temalarından biri halkların ve kültürlerin -uzun zamana yayılan- karışması sonucunda ortaya çıkan olumlu ve olumsuz etkileridir. Sömürgeci modern toplum, medeniyet, insan hakları gibi büyük laflarla sömürüyü kabul edilebilir göstermeye çalışırken sömürülen ülkelerin halklarına ait değerleri, kültürlerini erozyona uğratır. Üstelik bu kadarla da kalmaz, zaman içinde nesil değiştikçe kültürler arasında bir melezleşme ortaya çıkar ki bu daha da vahim bir durumdur. Nesiller arasında bir uçurum oluşur, halkın içinde bir uçurum oluşur. Değerlerin ve tarihin de dışında kimlikle ilgili yaygın bir kaygı meydana gelir. Kimim, sorusu ne büyük bir açmaz olur çıkar. Üstelik bu soru sadece düşünsel ve kültürel bir yanıt da içermez. Sorunun yanıt aradığı ilk yer, sosyal algının dışavurumu olan bedendir. Tenimizin rengi, bedenimizin biçimi, giyimimiz, üzerimizde taşıdığımız takılar,... Varoluşun aracı olan bedenle sosyal varlığı, kimliğe ait özü ortaya koyarız. Beden bireyi böyle temsil eder ve kimliğinin özünü oluştururken aynı zamanda onu acının nesnesi haline de getirir. Örselenme, hapsedilme, eziyet ve beden üzerinde yapılan her türlü baskı bireyin varoluşu karşısında iktidarın egemenliği için kullandığı en önemli mekanizmadır. Çünkü beden yoksa birey de yoktur.

Kısaca sömürülen toplumda birey kendi geleneksel kültürü, sömürgecinin kültürü ve iki toplumun melezleşen kültürü arasında sıkışır, hangisine ait olduğunun yanıtını aradığı ilk yer olan bedenin temsili ise aranılan yanıtı vermeyebilir. Sömürgecinin içinde bir sömürülen, sömürülenin içinde bir sömürgeci olarak yaşayacaktır.

Ve edebiyat hepimize iyi gelir.

***

//Resim Amol Sonar tarafından Pixabay'a yüklendi//

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Güneş, Kum, Deniz ve Kitap

Cenk Hikayeleri - Murathan Mungan

Aldatan Kadınlar ve Yazan Erkekler