Dolma Pişti mi?*



1970’ler Türkiye’nin en zor, en çalkantılı dönemlerinden biriydi. Her alandaki politik ayrışma keskinleşmiş, sağ ve sol arasındaki iletişim neredeyse tümüyle kesilmiş, şiddet ve terör günlük olağan haber haline gelmişti. Sanatçıların ise kendilerini yaşadıkları kaotik ortamdan ayrı düşünmesi beklenemezdi.  Edebiyatçılar da bu çatışma ortamının içinden yazmaya başladılar. Öne çıkan “toplumcu gerçekçi” anlayış ile yazan pek çok öykücü ve romancı işçilerin, emekçilerin, yoksulların hayatlarına pencere açtılar. Öğrenci olaylarını, 71 darbesini, devlet baskısını anlatırken seslerini biraz daha yükseltmişlerdi.

Aynı dönemde Muzaffer İzgü mizahi bir dille yazdığı öyküleriyle kendini gösterdi.  Gözlerini yoksul bir ailede dünyaya açan İzgü’nün öykülerinde ve romanlarında çok erken yaşlarda atıldığı hayat mücadelesinin izlerini görürüz. Mizah yazarı olarak tanınmış olsa da özellikle yoksul hayatları anlatan romanlarında neşeyle hüzün iç içedir. Sade ve akıcı dili sayesinde gülmeceyi metnin amacı olmaktan çıkarır ve acıyla yüzleşmenin aracı haline getirir. Yetiştiği, çok iyi bildiği toplumu anlatırken mesleğinin de verdiği bilinç ve gözlem yeteneğiyle devletin ezici gücünün hissedildiği yaşamları gözlerimizin önüne serer. Gülmecenin sınıfsal olmasını savunurken amacı okura kahkahalar attırmak değil, ağlanacak hal ve durumları yüzümüzde acı bir gülümsemeyle fark etmemizi sağlamaktır. Çağına tanıklık etmeyi seven Muzaffer İzgü, anlatmak istediği çarpıklıkları kendine özgü bir biçimde öyküye dönüştürürken okurunun gülümsemesini, farklı bir pencereden bakmasını ve düşünmesini amaçlar. Öykü ve romanlarında bahsettikleri okura hiç de yabancı gelmez, bazen iyimser bazen de kötümser bir anlayışla gündelik yaşamın izlerini taşır. Aile ilişkileri, sevgi, hoşgörü, fedakârlık gibi temalarla birlikte doğa ve insanın ikilemi, modernleşme sancıları ve yozlaşma, ekonomik çıkmazlar da eserlerine konu olmuştur. Bireysel sorunlardan çok toplumsal sorunlarla ve bireyin sorumluluklarıyla örülü olaylardan oluşan eserlerinin bazılarında toplumcu gerçekçi anlayış daha belirgin olarak kendini gösterir. İzgü’nün sıradan insanlarında hepimizde olduğu gibi acılar, sevinçler, özlemler, kıskançlıklar, hayaller, pişmanlıklar birbirine karışmıştır ve okurun aynası olurlar. 

En sevdiğim ve yazarın çocukluğundan izler taşıyan romanı Zıkkımın Kökü, aynı adla sinemaya uyarlanmış. Film, Hindistan Tokyo Film Festivali’nde Asya’nın En İyilerinden biri olmuş; Udapiur Film Festivali’nde Altın Fil Ödülü,  İspanya’da En İyi Yönetmen Ödülü ve Altın Koza Film Festivali’nde de beş ödül almış; Kültür Bakanlığı tarafından ödüllendirilmiş; Paris’te 1994 Cine Junior Ödülü’ne de layık görülmüş.

Romanın kahramanı zeki, çalışkan, muzip bir çocuk olan Muzo’nun ilkokul çağlarından başlayarak gençlik yıllarına doğru uzanan bir hikâyesidir. Bir yandan da Anadolu’nun yoksul çocuklarının erken büyüyüşünün resmidir.  Muzo anlatır kendi hikâyesini, gecekondu yaşamının bütün olumsuzluklarına rağmen sımsıcak ilişkilerle örülü bir ailenin küçük oğludur. 

“Babamın ev dediği şey, kocaman bir avlu, avluda bir nar ağacı, bir okaliptüs, bir de küçük oda… Odanın üstü çinkolarla kaplı, yanları bozulmuş ambalaj sanıkları ve çamur… çamur…” 

Babanın, değişiklik olsun diye her yıl evin başka bir duvarına pencere açma merakı olsa da iki küçük çocuğun dünyası yataklarına yattıklarında gördükleri tavana çakılı sinema kâğıdıyla renklenir. Tarzan Ormanlar Kralı’nın renkli afişindeki aslandan korkan Muzo’yu annesi onun bir kedi olduğuna usulca ikna eder. Yine de ev dedikleri bu mekân aslında azın da azıyla yetinmenin en alt sınırının temsilidir. Dışardan gelecek tehlikelere açık, güvenlik ihtiyacını karşılamaktan uzak, yaşamsal gereçlerin en zorunlu olanlarını içeren bir barınaktır sadece. Yine de aile üyelerinin her biri için bir aidiyet kaynağıdır, orada birlikte mutludurlar. Aile birlikte oldukça mekân da fiziksel olmasa bile kavramsal olarak genişler.



Zıkkımın Kökü’nde anlatılan hikâyede mekân önemli bir yer tutar. Sosyal ayrıntıları belirginleştirmesi, göç olgusuyla ortaya çıkan gecekondu yaşamını göstermesi, evle birlikte mahalle yaşamının yoksul çocuklar üzerindeki etkisinin hissedilmesi açısından bakıldığında romanda vermek istediği her şeyin merkezine gecekonduyu koymuştur yazar. Muzo’nun babası Ahmet yoksulluğun gerektirdiği yaratıcılıktan epeyce nasiplenmiş bir karakterdir. Bulduğu şaşırtıcı çözümlerle çocuklarının yokluk karşısındaki direncini kuvvetlendirir. Anne ise ideal bir ev kadınıdır; hayatın tüm zorluklarına direnirken babanın işsiz kaldığı anlarda aile reisi olarak çocuklarının çalışmasını sağlar. Parlak bir öğrenci olan Muzo’yu okumaya teşvik ederken büyük oğlunun meslek sahibi olması için uğraşır. Küçük şeylerle yetinen, mutlu olmayı ve mutlu etmeyi bilen anaç biridir. Romana sonradan katılan Raziye, Muzo ile yaşadığı aşka sadık bir küçük kadın olarak “bir boğaz eksik olsun” mantığıyla uygun biriyle evlendirilir. Yazar, bir yandan toplumun kız çocuğuna bakışını gösterirken diğer yandan Raziye’nin sesinden namus kavramını da sorgular ve sorgulatır:

“Senin o namus dediğin şey kaç paralık şeydir lan? Esas namussuzluğu bize onlar ettiler. Babam etti, analığım etti, şimdi evdeki etti. Biz onlara küçücük bi namussuzluk etmişiz çok mu?”

Muzaffer İzgü, kendi hayat hikâyesinden esinlenerek yaşamda karşısına çıkan tüm zorluklarla kâh direnerek kâh isyan ederek kâh kabul ederek azimle ve olgunlukla mücadele eden,  bir ideal genç yaratmıştır.

Muzaffer İzgü’nün edebiyatında çocuk kahramanlar kadar önemli hatta belki daha önemli bir yer tutan çocuk edebiyatına değinmeden onu tanımak pek de mümkün olmaz kanımca. İlkokul öğretmeninin verdiği serbest yazı ödevi için pencerede gördüğü bir yapraktan ilham alan İzgü’nün ilk öyküsü okulun duvar gazetesine asılınca yazarlığa ilk adımı da atmış olur. Kendi edebiyatı içinde çocuk edebiyatına da ayrı bir önem verir İzgü. Özellikle gülmecenin çocuk kitaplarında çokça bulunması gerektiğini, çocukların yetişkinlerden daha sert eleştiriler yapabildiklerini düşünür. Ona göre; gülmece kitaba iyi serpiştirilmezse çocuk, kitabı sadece komik bulur, iter ve okumaz.

“Bir çocuk kitabı çocuklara düş kurduramıyorsa işlevsiz bir kitaptır. Okuyunca düş kuran çocuk soru sorar. Yani beyin çalışıyor demektir. Düş kurduruyorsan beyin çalışmaya başlamıştır. Çalışan beyin soru sorar. Soru soran çocuk artık birey olmuş demektir. Kitabın görevi insanı birey yapmak olmalı. Ben hep bunu dikkate alırım. Çocuk kitaplarımda da bu ilkeler geçerlidir; düşündürüp soru sordurmak...”

Çocuk edebiyatını yetişkin edebiyatından ayıran temel özellik dil ve anlatım özelliklerinin “çocuğa göre” olmasıdır ki Muzaffer İzgü’nün eserleri bu açıdan çok başarılıdır. Yazarın Türkçe’nin düzgün kullanımıma verdiği önem çocuk kitaplarında öne çıkar. Evrensel değerleri,  eşitliği, insanca yaşam hakkını savunan yazarın eserleri bu değerlerin çocuğa aktarılmasıyla birlikte hem çocuk edebiyatının temel ilkeleri hem de değerler açısından en iyi örneklerdendir.

1933 yılının Cumhuriyet Bayramı’nda doğan yazar 26 Ağustos 2017’de vefat etti. Siz bu yazıyı okurken ölümünün üzerinden üç yıl geçmiş olacak. Son sözü, son röportajından bir alıntıyla kendisine bırakıyorum:

“Eşimi kaybettikten sonra... Gökyüzü niye masmavi? Niye bu tarafı sarı, bu tarafı yeşil, bu tarafı kırmızı, bu tarafı mor değil? Bak, bak, bak... Kaç yaşındayım ben yahu? 84! Hep bunu görüyorum. Bugün dolma yiyorsun, dokuz gün sonra bir daha dolma yiyorsun. Dolma yemeye mi geldim bu dünyaya? İlkbahar, yaz, sonbahar kış... İlkbahar, yaz, sonbahar, kış... İşte kiraz mevsimi gene geliyor. 84. kez kiraz mevsimini göreceğim... Her şey bana birer yineleme gibi geliyor. Artık, yaşın gereği galiba bu. İyi ki doktor olmamışım. Ben yaşta birisi gelse ‘Doktor, ölecek miyim?’ dese git, git derim. Ölüm korkusu nedir insanlarda, onu da hiç anlamıyorum. Ben varsam ölüm yok zaten, ölüm geldiği zaman ben yokum. Bu korkular, bu anlamsız şeylerden uzaklaşın. Düşünün, okuyun, yardımcı olun, güçsüzden yana olun, akıl verin, akıl alın... Bunların hiçbiri yok insanlarda.”

“Dolma pişti mi?”

“Pişti. Gel, ye...”

“Son sözüm bu...”

---

Alıntılar: 

Zıkkımın Kökü, Muzaffer İzgü, Bilgi Yayınevi

https://www.izgazete.net/muzaffer-izgunun-son-roportaji-%E2%80%98dusunun-okuyun-gucsuzden-yana-olun-roportaj,17.html

Koşkunlu, Y., 2008. Muzaffer İzgü’nün“Anneannemin Akıl Almaz Maceraları” Serisinde Aile Kavramının Çocuk Gelişimi Açısından Değerlendirilmesi. Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Türkçe Eğitimi Anabilim Dalı, İzmir.



NOT: Bu yazı Edebiyatist Dergisi Temmuz-Ağustos (30) sayısında yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Okumak ya da Okumamak: "Kayıp Zamanın İzinde"

Cenk Hikayeleri - Murathan Mungan

Bir Ölünün Defteri - Halid Ziya Uşaklıgil