Gecenin Bir Vakti


Gecenin bir vakti, çarşamba henüz perşembeye dönmüşken bilgisayarın başında ne yapıyorum. Aslına bakacak olursanız çamaşır makinesinde dönüp duran çamaşırların yıkanmasını bekliyorum. Bir yandan da bu süreyi değerlendirip bu sayfaya yeni bir yazı eklemeye çalışıyorum. Aklımda ne yazacağıma ne söyleyeceğime dair herhangi bir fikir olmadığından kirli çamaşırların yıkanması meselesiyle başladım konuya. Eh bunu söylediğime göre yazıya konu olacak bir şeylerden bahsetmek, sadede gelmek zamanıdır.

Son okuduğum, son aldığım kitaplardan bahsetmeye ne dersiniz?

Yoğun bir atölye programım olduğundan bu sıralar okuduklarımın bazılarını yeniden okuyorum. Bu kimi zaman gerçek bir okuma kimi zaman ise hızlıca bir gözden geçirme oluyor. Sondan başlayıp geri gidelim.

Bugünkü atölyede Jose Saramago'nun ölmeden önce yazdığı ve ölümünden sonra yayımlanan son romanı Kabil'i konuştuk. Okuyanlar bilir ki son derece kışkırtıcı bir romandır. Bize Kabil ile Habil'in hikayesini yaratılış mitinden başlayarak farklı bir bakış açısıyla anlatır yazar. Romanın ilk bölümlerinde Adem ve Havva cennetten kovulduktan daha sonra da Kabil'in Habil'i öldürmesinin ardından Kabil'in yolculuğunu okuruz. Onun başına gelenler Eski Ahit'teki söylencelerden alınan ve pek çoğunu hepimizin bildiği hikayelerle kurgulanır. Kabil ve eşeğiyle önce Lilith ile tanışırız ardından Babil'e, İbrahim'in ile İshak'ı kurban törenine, Sodom ve Gomorra'ya, Eyüp'ün evine konuk oluruz. Son durak ise Nuh'un gemisidir. Metin boyunca sıkça karşılaştığımız Efendi'nin kim olduğunu okurlar daha romanın ilk sayfalarında fark etmişlerdir zaten. Saramago negatif teoloji üzerine kurguladığı romanda insan ile tanrı ilişkisini, insanın özgür iradesi ile inancının çatışmasını sorgular durur. Romanın sonuna geldiğimizde ise hepimizin aklında oluşan büyük soru işaretlerine "Hikaye bitti, anlatacak başka bir şey olmayacak," cümlesini ekleyerek noktayı koyar. Romanı yazarın açıkça ortaya koyduğu insan ve tanrı ilişkisi üzerinden okuyabildiğimiz gibi birey ve iktidar ilişkisi üzerinden de rahatlıkla okuyabiliriz. Eski Ahit'teki söylencelerle kurgulanan hikaye için palimpsest bir metin olduğunu söyleyebiliriz. Aynı zamanda Kabil'in yolu hem Odysseus'u hem Sisifos'u hem Prometheus'u çağrıştırır bize. O hep eşeği takip eder :) Bütün bunlarla birlikte metnin temel teması "kötülük problemi"dir. Saramago inancı aklın kontrolü altına alarak insanın dogmatik düşünceleri sorgulamasını sağlamaya çalışır. Kutsal söylenceler vasıtasıyla da var olan kötülüğün görünür olmasına, incelenmesine, değer yargılarıyla özgür irade ve ahlak kavramlarının, iyilikle kötülüğün doğası ve  ortaya çıkışı üzerine düşünmeyi önerir. Toplumsal bellekte birikmiş olan bu kutsal söylencelere başka bir açıdan bakılmasını sağlamaya çalışır.

Bir adım daha geri gittiğimde yeniden okuduğum iki kitap var sırada: İlyada ve Odysseia. Ama bu kitaplardan bahsetmeyeceğim çünkü kısa bir süre sonra Homeros hakkında bir yazı yayımlamayı planlıyorum.

Bir adım daha geri gittiğimde ise Burhan Sönmez'in Kuzey'i var sırada. Çok sevdiğimi ve elimden bırakamadığımı ama bir yandan da bitmesini hiç istemediğimi söyleyebileceğim bir romandı. Özellikle metindeki kadınlar ve kurdukları yaşam düzeni bana hemen Charlotte Perkins Gilman'ın Kadınlar Ülkesi'ni anımsattı. Ama yanlış anlaşılmak istemem aslında bu benzerlik yalnızca kadınların kurduğu toplulukların aşkın bir sistem oluşuna dair imgesel bir benzerlik yoksa metinler birbirinden çok farklı. Burhan Sönmez'in ikinci romanı Kuzey, daha sonraki romanlarında da gördüğümüz gibi yine karşıtlıklar üzerine kurduğu bir hikaye var. Kadın - erkek, kuzey - güney, yaşam - ölüm, sevgi - nefret, savaş - barış, doğa - insan, aydınlık - karanlık, iyilik - kötülük. Fantastik ögelerden kurulu eserin alt metninde varoluş felsefesinin izlerini bulmak mümkün. 

Biraz daha geri gidince Gergedan'da okuduğumuz dört kitap takılıyor gözüme:

Sevilen, 1993 yılında Nobel Edebiyat Ödülünü alan Toni Morrison'un The Black Book'taki bir gazete kupüründe gördüğü Margaret Garner'in hikayesinden yola çıkarak yazdığı bir roman. Kölelik ve kadınlık üzerine yazılmış en etkileyici romanlardan biri. Seth'in hikâyesi bizi hem rahatsız ediyor hem de pek çok kavram ve değer üzerine düşünmemizi sağlıyor. Morrison'un gerçeküstü ve gotik unsurlarla kurguladığı roman o karanlık kölelik kurumunun insan onuruna, aklına, ruhuna verdiği zararın geçmişte kalmadığını, unutulmadığını bir kez daha okuyoruz. Seth'in, Baby Suggs'ın, Paul D'nin hikayeleri geçmişin hayaletiyle yeniden canlanıyor, yaralar ancak anlatılarak iyileşiyor. Ama bir yandan da yazarın son sayfada defalarca söylediği gibi, "Bu, anlatılacak bir öykü değil." Çünkü hiç yaşanmamış olmalıydı, hiç kurgulanmamış, hiç dile gelmemiş, hiç yazılmamış.


Kuzeye Göç Mevsimi ise Arap edebiyatının önemli isimlerinden biri olan Tayeb Salih'in 1966 yılında yazdığı roman postkolonyal edebiyatın çok sözü edilen eserlerinden biri. Romanın tarihsel bağlamında Sudan'ın İngiliz sömürgesi oluşu ve sömürgeleştirilmenin toplumsal etkileri var. Edebi bağlamında ise Shakespeare'in Othello'su bizzat metinde görünürken Joseph Conrad'ın Karanlığın Yüreği isimli romanı ise güçlü bir izlek oluşturuyor. Nil Nehri, kadın ve toprak ilişkisi, göç ve göçmenlik çatışması, sömürgelestirilmiş toplumlarda ortaya çıkan varoluş ve kimlik sorunu, içsel yolculuk ve içindeki karanlıkla yüzleşmek, ataerkil toplum ve kadına uygulanan şiddet çok güçlü sembollerle anlatılmış. İyi anlatılmış bir hikâye olmasının dışında özellikle Arap/Afrika toplumunun sömürgeleştirilmesiyle ortaya çıkan kazanç/kayıp ilişkisini, yaşanan travmayı incelikle gösteriyor.

Karanlığın Yüreği, Joseph Conrad'ın zaman zaman oldukça tartışılan uzun öyküsü; hem kendi hayatından damıttığı hem de tarihsel bir gerçeği ortaya koyduğu önemli bir metin. Thames nehri üzerinde suların yükselmesini bekleyen bir gemide Marlow adlı gemicinin anlattığı hikaye, Afrika'ya gidişi ve Kongo nehri üzerinde yaşadıkları bize ırkçılık, sömürgecilik, emperyalizm üzerine kapsamlı düşünme fırsatı veriyor. Bir yandan da Marlow ve Kurtz arasındaki ilişki kendi benine doğru yapılan bir yolculuğu çağrıştırıyor. Homerik göndermeleri, karanlık ve aydınlık, su yolları ve toprak, zaman ve mekan üzerine alegorilerle zenginleştirilmiş bir hikâye.

Çok kişi okumuştur herhalde Bülbülü Öldürmek'i. 1960 yılında yayımlanmış, 1961'de Pulitzer almış, 1962'de okullarda okutulması kararı verilmiş, Mulligan tarafından filme çekilmiş ve 3 Oscar almış, Gregory Peck'e de Atticus rolüyle Oscar'ı kazandırmış, yazarın ikinci yazdığı ama yayımlanan ilk (50 yıl boyunca tek) kitabı. Irk ayrımcılığını bir çocuk gözüyle anlatan hikaye diyerek geçmek eksik kalır. Kitap "istediğin kadar saksağan vurabilirsin ama bülbülü öldürmek günahtır," düşüncesi üzerine kurulmuş ve farklı olaylar, karakterlerle örneklemiş bu fikri. Atticus muhteşem bir baba ve çocuk eğitim modeli ortaya koyarken, cesaretin ne demek olduğunu da gösteriyor. Bazen ölümü beklemek bazen en iyi savunmayı yapmak bazen evden dışarı çıkmak. Bülbül kim diye soracak olursanız biri beyaz biri siyah iki kişi var, onlar hem adalet sistemi hem toplum tarafından çemberin dışına atılarak cezalandırılıyorlar. Defalarca okudum anlattım ama hep aynı tadı aldım. Yeniden yeniden okunacak kitaplardan biri bana göre.

Bu kitapların dışında bir de bütçemin daimi harcama kalemi olan kitaplara bakalım. Belki gördünüz, duydunuz belki gelip katıldınız belki de hiç haberiniz olmadı. Ama Nisan'da Nilüfer Kütüphaneleri Misi Akademi bünyesinde 2 günlük bir atölye düzenledim. Konusu Edebiyatta Kötülük. Dolayısıyla bu konuyla ilgili çok beğendiğim ve önemli bulduğum iki kitap alıp okudum. 

Kötülük Üzerine Bir Deneme, Terry Eagleton

Edebiyat ve Kötülük, Georges Bataille 

Bir de tuğladan daha kalın bir roman aldım. Atölyeler biter bitmez ilk okuyacağım kitap olacak.

Köpekleri Seven Adam, Leonardo Padura

Bu gecelik bu kadar. Çamaşır mı? Bitti. Şimdi sessizce onları ipe serip sonrada yatağa süzüleceğim ;)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Güneş, Kum, Deniz ve Kitap

Cenk Hikayeleri - Murathan Mungan

Hangi Şehir Hangi Hikaye