Bir Film, Bir Hayat, Birçok Yalan



Uzun zamandan sonra ilk kez bugün sinemaya gittim. Beyaz perdenin o büyülü dünyasını çok özlemişim. 
Hangi filmi izledim? 
Korsaj
Öncelikle dönem filmlerini izlemeyi sevdiğimi söyleyerek başlamalıyım Korsaj'dan ve Sisi'den bahsetmeye. Bu filmi izleyene kadar Sisi ya da tam adıyla Elisabeth Amalie Eugenie, pek tanıdığım bir isim değildi, güzelliğiyle nam salmış bir imparatoriçeden başka bir anlam ifade etmiyordu benim için. Filmi izledikten sonra fırsat bulur bulmaz hayatı hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak için biraz araştırma yaptım ve Sisi'nin hayatının da Prenses Diana ya da Marie Antoinette gibi görünenden, anlatılandan, yakıştırılan sıfatlardan çok farklı bir hikayesi olduğunu öğrendim.



Elisabeth Amalie Eugenie, Bavyera Dükü Maximillian Joseph'in dördüncü çocuğu olarak 1837'de dünyaya gelmiş, diğer kraliyet mensuplarının aksine Dük, aristokrasinin katı kurallarına ve yaşam tarzına pek de bağlı değilmiş. Elisabeth, doğayla iç içe bir yaşam sürmüş on beş yaşına dek; kır gezileri, babasıyla birlikte çıktığı avlar, binicilik dersleriyle doldurmuş zamanını, ele avuca sığmayan bir kızmış. Doğumunun Noel gününe rastlaması ve ağzında bir süt dişiyle doğmuş olması onun şanslı hayatına bir işaret olarak kabul edilmiş.
Teyzesi Arşidüşes Sophie, oğlunu tanımadığı bir kız yerine yeğeniyle evlendirmeyi düşünerek kız kardeşi Ludovika ile yeğeni Helene'yi Bad Ischl'a davet etmiş. Davete Sisi'de katılmış ve Avrupa'nın en güzel prensesi unvanını çoktan elde etmiş olan on beş yaşındaki Elizabeth'i görünce Franz Joseph onunla evlenmek istemiş.
Aslında Sophie, Franz Joseph ile Sisi'nin evlenmesini hiç istememiş olsa da oğlunun ısrarına dayanamayarak bu evliliğe onay vermiş.1853 yılında Viyana'da evlenmişler, Sisi henüz on altı yaşındaymış.  Düğün şenlikleri sırasında, genç ve güzel imparatoriçeyi görebilmek için sokaklara dökülen binlerce kişinin görüntüsü Sisi'yi öyle korkutmuş ki Hofburg imparatorluk sarayına giderken arabada hıçkıra hıçkıra ağlamış.
Evliliğe ve kamusal hayata başlangıçtaki bu olumsuzluk hep devam etmiş. Sarayın katı kurallarına alışmaya çalışırken arkadaşsız, uyumsuz ve kendine güveni sarsılmış küçük bir kadın olarak kalmış. Evliliğinin ilk dört yılında üç çocuk doğurmuş. Melankolik hali, halkın arasında görünmekten ve İmparatoriçelik görevlerinden hoşlanmaması eşi ve kayınvalidesi tarafından hep çocukça bir kapris olarak görülmüş. Onu memnun etmek isteyen eşi uzun süreli seyahatlere çıkmasına izin vermiş. İlk iki kızı Arşidüşes Sophia tarafından neredeyse elinden alınarak, haftada birkaç saat görmesine izin verilerek büyütülmüş, bu arada büyük kızı henüz iki yalındayken hastalanarak ölmüş ve Sisi bu kederin üstesinden gelememiş. Tek oğlunu 1858'de dünyaya getirmiş, o da diğer çocukları gibi elinden alınmış. İlk kez buna itiraza yeltenmiş ama sağlığı buna izin vermemiş, nedeni bilinmeyen karın ağrıları ve öksürük krizleriyle boğuşmuş. 


1867'de Macaristan, Avusturya-Macaristan İmparatorluğunda eş hükümdarlık olunca Franz Joseph, Macaristan Kralı olarak taç giymiş ve Sisi de Macaristan Kraliçesi olmuş. Macarlara yeni özgürlükler verilirken çiftin son çocuğu Marie Valerie, 1868'de Budapeşte'de doğmuş. Bu uzlaşmadaki rolü nedeniyle Sisi, Macar halkı tarafından çok sevilmiş. Elisabeth, kederinden, melankolisinden ve mutsuz evliliğinden kurtulabilmek için Macaristan'a kaçmaya başlamış, burada Başbakan Gyula Andrássy ile olan arkadaşlığı da dedikodulara yol açmışsa da neyse ki Marie-Valerie babasına çok benziyormuş ve Sisi tüm bakımını kendisi üstlenmiş. Kayınvalidesi ölünce üzerindeki baskı biraz olsun hafiflemiş olsa da Schönbrunn'dan uzak durmaya çalışmış. Franz Joseph'in kendisi için yaptırdığı Hermesvilla da onu mutlu etmemiş.
1889'da oğlu bir cinayet-intihar vakasıyla öldüğünde ağır bir depresyon geçirmiş. Veliaht Prens Rudolf, 17 yaşındaki metresi Mary Vetsera ile Mayerling av köşkünde ölü bulunmuş. Hem Rudolf hem de Vetsera geride notlar bıraksa da, ölümlerinin sebebi bir sır olarak kaldıkça çifte cinayet söylentileri devam etmiş. Başlangıçta Vetsera'nın Rudolf'u kendini öldürmeden önce zehirlediği düşünülmüş, ancak daha sonra Rudolf'un her ikisini de bir cinayet-intihar anlaşmasıyla vurduğu belirlenince Sisi'nin üzüntüsünü iyice derinleşmiş.

The Reluctant Empress'te yazdığına göre Sisi, Marie Valerie'ye "Rudolf'un kurşunu inancımı öldürdü" demiş. Sisi, bundan sonra Avrupa'yı ve Kuzey Afrika'yı dolaşmaya başlamış. Koruma istemeden ve hep siyahlar giyerek yapmış bu seyahatleri. İşte bu seyahatlerden birinde de ölüm gelip onu bulmuş.10 Eylül 1898'de Orléans Prensi Henri'ye suikast düzenlemek üzere İsviçre'ye gelen İtalyan anarşist Luigi Lucheni, prensin gelmekten vazgeçtiğini öğrenince gazete haberlerinden şehirde olduğunu ve takma bir adla dolaştığını öğrendiği Sisi'ye rastladığında elindeki ince uçlu iğne törpüyü göğsüne saplamış. Ne olduğunu anlamayan Sisi, düştüğü yerden kalkıp iskeleye giderek vapura binmiş. Vapurda baygınlık geçirince, doktor aranmış ancak sadece bir hemşire varmış. Korsesi çok sıkı olduğu için kanama görünmediğinden ne olduğu anlaşılamamış. Kısa bir süre kendine gelip sonra yeniden bayılmış. Baygın halde oteline götürülmüş ancak otele vardığında çoktan öldüğü anlaşılmış.



Melankoli, tesadüfler ve acıyla yoğrulmuş bir hayat hikayesi. Tüm okuduklarımdan edindiğim izlenim şu ki Sisi aslında akıllı bir genç kadınmış. Günde üç saat süren saç bakımları sırasında İngilizce, Fransızca ve Yunanca öğrenmiş. Şair Heinrich Heine'ye büyük sevgi besleyen Sisi kendi de uykusuz gecelerini yazarak değerlendirirmiş. Edebiyat, felsefe, tarih okumayı severmiş. Saray kuralları gereğince hiçbir şey yapmamak, istediği gibi yaşayamamak onu melankoliye sürüklemiş. Üstelik on beş yaşına kadar özgürce sürdürülen bir hayattan sonra hiç de kolay kaldırılabilecek bir ağırlık olmasa gerek. Zaman zaman hastaneleri, özellikle kadınların kapatıldığı akıl hastanelerini dolaşmış. Koşulların iyileştirilmesi için çabalamış. Ama güzelliği kendisinin önünde öyle büyük bir duvar örmüş ki aşamadıkça o güzelliğin içine hapsolmuş. Saçları topuklarına kadar uzanıyormuş, cildi için özel karışımlar kullanıyor, kırk altı santimetrelik bel inceliğini korumak için korsesini nefessiz kalana dek bağlatıyor, soğuk suyla banyo yapıyor, ince bir dilim et, iki dilim portakal ve sütten başka bir şey yiyip içmiyormuş. Yüzünde kırışıklık olmaması fazla gülmüyor, ağlamıyor, mimiklerini kontrol etmeye büyük özen gösteriyormuş. Otuzundan sonra hiç resmini yaptırmamış ve fotoğraf çektirmemiş.

Yapmasaymış, denebilir mi?
Halkın onun güzelliğine olan ilgisi özellikle kraliyet ailesini çok memnun ederken, ülkedeki marşlarda bile güzelliğinden bahsedilen, gazetelerde, dergilerde kilo alıp almadığı tartışılan, kendisinden güzel olmasının ve çocuk doğurmasının dışında hiçbir şey istenmeyen biri başka ne yapabilir? 



Ya film, Korsaj.
Ben çok beğendim filmi. Anlatılmak istenen hikayenin dolaylı ifade edilmesini hep çok sevdim. Yönetmenle film hakkında yapılan bir söyleşi ya da filmle ilgili herhangi bir yorum, eleştiri, vs okumadan yazıyorum bu yazıyı. 
Filmin ismi zaten bir sıkışma, daraltma ifade ediyor ve tam da Sisi'nin hayatını özetleyebilecek bir kelime bu. 
1876 - 1878 yılları arasında geçiyor hikaye, Avusturya-Macaristan'ın Bosna'yı işgali var arka planda. Sisi'nin içinde de bir savaş var. Eşiyle arasındaki uçurum genişliyor, oğlu kendisinden uzaklaşıyor ve askeri okula gidiyor, kızı ise annesinin kural dışı bir kadın olmasını anlayamıyor çünkü o da aristokrasinin çemberi içine alınmış bir çocuk. Sisi ise kendine bir çıkış yolu arıyor ama bütün yollar kapalı, bu arada biz onu yakından tanıyoruz. Eskrim, binicilik, aletli jimnastik, köpekleri, melankolisi, güzellik belasıyla yüzleşiyoruz. Kırk yaşlarına gelmiş olan Sisi'nin yavaş yavaş hayatının kontrolünü eline alma arzusunun onu nasıl çılgına çevirdiğini görüyoruz. Ona saray kurallarının nasıl dar geldiğini bir başka sahnede, içinde bulunduğu odada kendini bir dev gibi hissedip sığamadığı o planda daha iyi anlıyoruz. Ama bence saçlarını kestiği sahne müthiş, öyle çok anlam barındırıyor ki içinde. Mehmet Altuğ Ersoy, "kadınlar hüzünlerini keser," demişti bir sosyal medya paylaşımında. İşte o sahneyi izlerken bu söz düşüverdi aklıma. 
Sonuç olarak Avusturyalı yazar-yönetmen Marie Kreutzer, tarihi bir karakteri alıp ona gerçeklerden yola çıkarak kurgusal bir hayat hikayesi biçmiş ve Sisi'ye hiç sahip olmadığı o kaçış yolunu göstermiş. Ayrıca film müziğini de Camille yapmış, çok güzel yapmış.

Şuraya Sisi konulu film ve dizilerin listesini de bırakıp sözü bağlayalım.

- SISSI, Yönetmen Ernst Marischka, Avusturya, 1955
- THE EMPRESS, Netflix
- CORSAGE, Yönetmen Marie Kreutzer, 2022





Yorumlar

  1. Sisi karakterini çok merak ettim.Verdiğiniz detaylı blgi için çok teşekkürler. İlk olarak en kısa zamanda The Empress'i izleyeceğim.

    YanıtlaSil
  2. İlgi ile okudum.Sisi hakkında detayli bir makale.Beli 46 cm.Gulriz Sururi bu kadar ince belli kadınlara,"Karınca belli kadınlar" derdi.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Güneş, Kum, Deniz ve Kitap

Cenk Hikayeleri - Murathan Mungan

Hangi Şehir Hangi Hikaye